30 Ekim 2013 Çarşamba

20.05.2013 Öğle

Ameliyathaneden çıktığımda dışarıda beni tam bir kargaşa bekliyordu. Bizimkiler 10 kişi halinde ameliyathanenin önüne toplanmışlar ve 1 saat oradan ayrılmamışlar. Güvenlik görevlileri biraz zor durumda kalmış :)
Ben çıktığımda ağıtlar, kahkahalar vs. büyük bir duygu yoğunluğu yaşandı. Fakat bebeğim olmadan çıktığım için oldukça buruktu. Benim kafam rahattı ama herkes çok endişeliydi.
Odama çıktım ve çok şaşırdım. Öğrenciyken bu kata hiç gelmemiştim, hele VIP tarafına adım atmamıştım. Odaları bu kadar geniş, konforlu beklemiyordum. Odamın balkonu bile vardı. Ayrıca odamın 6 sene kaldığım yurt manzaralı olması da ilginçti tabi :)
Daha sonradan öğrendiğime göre Kağan doğduktan sonra Buğra Hülya'nın telefonuyla fotoğraflar çekmiş, bizimkilere göstermiş. Hatta Cihan'ı içeri bile almış. Bebeği neden getirmediklerini de herkese anlatmış, canım benim :)
Hemşirem geldi, tanıştık. Takibimi yaptı, ateşimi ölçtü. İlacımı verdi ve gitti. Zaten hala spinal anestezi etkisinde olduğum için hiç ağrı hissetmiyordum. Ağrım olduğunda belimdeki hortumla düzenli olarak ağrı kesici pompalanacaktı (epidural anestezi bu demek). Biraz uyumaya çalıştım ama ne mümkün :) Hem oldukça heyecanlıydım hem de endişeli. Hala Kağan'ı getirmiyorlardı 1 saat geçmişti. Keşke ayağa kalkabilseydim, gidip ne yaptıklarına bakabilirdim. Ama yine de o hastanedeki en şanslı hasta bendim. Oğlumun doktoru en yakın arkadaşımdı sonuçta. Hülya'yı aradım "Noluyor neden getirmiyosunuz oğlumu bana?" dedim kaşlarımı çatarak. "Betül Kağan ıslak akciğer oldu" dedi. "Evet bir aksilik olmasa şaşardım zaten!"
Islak akciğer yenidoğanlarda geçici olan bir durum. Genellikle sezeryan olan erkek bebeklerde görülür. Eğer erken doğumsa da görülme sıklığı artıyor. Normalde bebeklerin vücudu doğum yaklaştıkça strese girer. Vücutlarında stres hormonları salgılanır ve bu hormonlar akciğerleri de doğuma hazırlar. Normal doğum sırasında da bebeğin geçtiği yol çok dar olduğu için akciğerlerde o zamana kadar olan su mekanik etkiyle boşalır. Şimdi bir de Kağan'ı düşünelim.. Annesinin karnında bir o yana bir bu yana salınan, hayatından memnun olan, doğumuna daha en az 1 hafta olan Kağan'ı hayal edelim. Bir anda bir el kafasından tutup onu dışarıdaki oksijenle buluşturuyor. Akciğerleri hala su ile dolu olduğu için fazla hava alamıyor. Aldığı hava yetmediği için çok sık sık nefes alıyor ve oksijene ihtiyaç duyuyor. Geçici bir durum çünkü bu sıvı yavaş yavaş oradan emiliyor.
Kısa bir düşünme evresinden sonra Hülya'yı tekrar aradım. "Nolucak peki şimdi?" "Yenidoğandaki hocalarla konuştum yenidoğan yoğunbakıma getireceğiz, bir durumuna bakalım. Normalde bebekler akşama kadar burada kalıyor ama Kağan'ın durumu oldukça iyi daha çabuk toparlayacağını düşünüyorum" dedi. Yani akşama kadar bebeğimi göremeyecek miydim? "Peki odaya getiremez misiniz? Hem biraz beslerdim aç şimdi" dedim. "Mama veririz burada Betül oksijenden ayırınca morarıyor" dedi.
İlginç bir şekilde hala sakindim. Odada tam bir fırtına öncesi sessizlik vardı. Herkes benim ağzımdan çıkan bir söze, yüzümün alacağı şekle bakıyordu. Durumu açıkladım ve dünyanın en önemsiz hastalığını anlatıyormuş gibi görünmeye çok dikkat ettim. Bizim yoğunbakımın nasıl bir yer olduğunu, onların bugüne kadar özel hastanelerde gördüğü gibi camdan bir yer olmadığını, kimsenin içeri giremeyeceğini anlatmaya çalıştım. Sonrasında da normal davranmaya çalıştım. Saat başı arayıp Kağan'ın durumunu soruyordum. Giderek iyiye gidiyordu neyse ki.
Bu arada insanlar tebrik etmek için arıyorlardı. İşte odadaki sessizliği bozan kıvılcım o sırada çıktı. Ben dayımla konuşuyordum ve annelik hakkında söyledikleri duygulandırdı beni. Önce gözlerim doldu sonra ağlamaya başladım... Hopppaaa bir baktım odadaki tüm kadınlar ağlıyor, erkekler de napabiliriz derdine düşmüş, bir kargaşa başlamış. En son biri olaya el koydu (kim olduğunu hatırlamıyorum o kargaşada) "Oda çok kalabalık bir kısmımız eve gidelim, Betül de dinlensin" dedi. "Ohh ne güzel fikir" dedim içimden. Bu sefer de kimse gitmek istemiyordu. Bebek her an gelebilirdi sonuçta :) Anneannem, Merve, Şakir babam ve babam gönüllü oldular ve gittiler. Fakat eve gitmemişler, bana inanmayarak çocuk bölümüne gidip yoğunbakımı bulmuşlar:) Kapıda "Anne baba harici girilmez" yazınca da hemen Cihan'ı aramışlar.
Cihan yoğunbakıma gittiğinde Kağan makineye falan bağlı değilmiş, durumu da gayet iyiymiş. Hal böyle olunca Cihan'ın da ilk işi fotoğraf çekmek olmuş:)

Cihan Kağan'ı giydirmek için eşyalarını almaya odaya geldi. O gittikten sonra odayı görmeliydiniz. Herkes ayakta, "Hazır ol" vaziyetinde Kağan paşayı bekliyor :) Ben yatağımda sadece sesleri duyabiliyordum. Bu arada öğle arası olduğu için arkadaşlarımız da bizi yalnız bırakmamak için gelmişlerdi. Dilek annem asansörde karşılamış Cihan'ı hemen bebeği almış kucağına. 

Odaya geldiğinde, bebeği ilk gördüğümde Dilek annem yavaşlatılmış bir şekilde hareket ediyor gibi geldi. Neden koşmuyordu ki? Hemen kucağıma almak zorundaydım onu.. Bir türlü bana vermiyordu, neden vermiyordu ki.. Gözlerim dolmuştu.. En sonunda bebeğime kavuştum.. Allah'ım o anı anlatamam.. Minicik parmakları vardı, gözleri kapalıydı, yumuşacık bir cilt. Ben anne mi olmuştum? İlk parmaklarına dokundum "Allah'ım sana şükürler olsun!"dedim içimden. Kokladım, tekrar kokladım, tekrar tekrar...O nasıl bir güzellikti.. 

Sonra Cihan geldi yanıma, gözyaşlarımı sildi. "Neden ağlıyorsun, baksana oğlumuza!" diyerek öptü beni. Sonra yavaş yavaş çevreme bakmaya başladım. Odadaki herkes ağlıyordu. İyi ki öğle arası gelmişti, herkes görebilecekti. Arkadaşlarımız gördüler, tebrik edip gittiler. Sırayla herkes kucağına aldı Kağan'ı. Tamı tamına 4 kg gelmiş benim oğlum yenidoğan tartısında. 
Beşiğe konduğunda artık hiçbir sohbeti dinleyemediğimi farkettim. Dakika başı dönüp bebeğime bakmak zorunda gibiydim. O kadar güzeldi ki izlemekten kendimi alıkoyamıyordum. Rüya gibi, gerçek olamayacak kadar güzeldi. Normalde her ortamda gözleri Cihan'da olan ben Cihan'ın anlattıklarını bile dinleyemez hale geldim o gün :) 
Bebeğin kilolu olması her zaman iyi birşey değildi. Kağan'ın 4 kg gelmesinin sebebi de benim gebelik diyabetimdi. Kağan haftasına göre iri bir bebekti ve bunun sonuçları yönünden hazırlıklı olmak gerekiyordu. İlk emzirdiğimde sütüm geliyordu, defalarca kontrol ettik, fakat Kağan doymuyordu. Şekeri çok düşüktü bu yüzden de sürekli uyku halindeydi. Bir türlü uyandıramıyorduk. Bir süre şeker takibi yapıldıktan sonra mama takviyesi gerektiğine karar verildi. Mamayı da alan Kağan artık hiç uyanmaz oldu :) Hayatımızın en büyük uğraşı Kağan'ı uyandırmaya çalışmaktı artık. Sarsıyorduk, ellerini ayaklarını oynatıyorduk, gıdıklıyorduk bir türlü uyanmıyordu. En son Hülya'nın önerisiyle soyma yöntemine geçtik. Tek işe yarayan yöntem o oldu..
Bu arada epidural kataterim yüzünden sol ayağım tekrar uyuşmaya başlamıştı. Böyle birşey olmaması gerekiyordu. Ayşegül'ü aradım, sağolsun hemen geldi katateri biraz geriye çekti. Ciddi ağrım vardı ve bacağım hala uyuşuktu. Epidurale rağmen böyle ağrım varsa insanlar bu acıya nasıl dayanıyor diye merak ediyordum içimden. Ama aslında öyle değilmiş, gece makinenin içindeki ağrı kesici bittiğinde karar verdim. Epidural hayatımdan çıkınca ayağım da normale döndü, ağrılarım da. Aslında o kadar acımıyormuş. O gece kalktım, yürüdüm, üzerimi değiştirdim, sabah olduğunda bebeğimi oturarak emzirdim. Beni tek zorlayan şey göğüs ağrımdı. Karnım açıldığı için giren hava diyafram altında birikmiş, nefes alırken batıcı tarzda şiddetli bir ağrıya yol açıyordu. Bu yüzden 2 ağrı kesici iğne vuruldum ve gece rahat bir uyku çektim. 
Sabah olduğunda canım kocam Kağan'a bakmadan gelip beni öptü, nasıl olduğumu sordu. Şakayla karışık "Ben bu bebeği hiç özlemedim, karımı çok özledim" dedi. O an içime büyük bir sevgi doldu. Böyle söylediği için hala minnettarım ona. Belki de bu cümle sayesinde Kağan'ı büyütürken onu hiç incitmemeye, ihmal etmemeye elimden geldiği kadar çok dikkat ettim...

27 Ekim 2013 Pazar

20.05.2013 Sabahı

Sizlere bir kadının hayatındaki en önemli günlerden birini anlatmak üzereyim. Bütün hamileliğim boyunca bugünün hayalini kurmuştum. Sonunda oğlumla aynı bedeni paylaşmayacaktık, ohh bee hamilelikten, ödemlerden kurtulacaktım, hayatım boyunca bir daha sağıma yatmayacaktım, artık nefes alabilecektim vee burnum akmayacaktı :))) Evet yanlış duymadınız ben bütün hamileliğim boyunca hamileliğimin biteceği günü hayal etmiştim ama tüm kadınlar gibi romantik bir şekilde değil :) Doğumumdan 1 gün sonrasını ise hiç düşünmemiştim, ne hissedeceğimi de. Bilmiyorum, hayal bile edemiyordum çünkü.
Öğrenciliğimden itibaren "Ben asla normal doğum yapmam" kararım katiydi ve karşı çıkan herkesi "Bu benim kararım" diyerek püskürtmüştüm. Bu yüzden Kağan'ın doğacağı günü seçme özgürlüğüne sahiptik. Cihan'ın doğum günü 18 mayıs. Hamileliğim boyunca o tarihi düşünmüştük fakat hoca çok erken olduğunu düşündüğünden 20 mayısa ikna olduk :)
18 mayıs sabahı annemler geldiler. Akşam da Dilek annemler. Bizim 2 kişilik evimize 3 aile sığdık o gece :) Atalarımızın "Bin dost sığmış, bir düşman sığmamış" sözünü o gün anladım. Hep iyi günlerimiz olsun, hep beraber olalım :) 19 mayıs günü de Zeynepler geldi. Sağolsun Zeynep'in eşi Bekir fotoğraf makinasıyla gelmişti. Bütün evi, bizleri son gün anısı olarak ölümsüzleştirdi. Daha sonra hep beraber Cihan'ın 1 gün geçmiş doğum gününü kutladık.
Ailemizin 2 kişilik son günü, yarım dünya ben :)

Sabah olduğundaysa Cihan bütün gece uyumuş, ben 1 sn bile gözümü kırpmamıştım. Nefes alamıyordum, çok heyecanlıydım, çok merak ediyordum ve midem inanılmaz yanıyordu. Sabah su bile içemeyeceğimden, birşeyler yiyip uyumayı seçerek hayatımın en büyük hatasını yapmıştım. Sabah uyandık, giyindim vee uzun bir aradan sonra kustum. Bütün gece stresten yanan midem rahatladı, artık gidebilirdik. 
Bütün hamileliğim boyunca takibimi yapan canım arkadaşım Nazlı o gece nöbetçiydi zaten direk yanına gidecektim. "Ben geldiiimm.." diye neşe içinde girdim doğumhaneye. Cihan arabayı park ediyordu. Annemler de dışarıdaydı. Nazlı'yı öptüm. Doğum katının o ayki asistanı, daha önce de beraber çalıştığım Egemen Abi beni görür görmez Nazlı'ya dönüp "Betül'ü hemen hazırlıyorsun, ilk ameliyat olacak. Sınav var 9'da Cem hoca sınava yetişecek" dedi ve hummalı bir çalışma başladı. Cihan'ı aradım hemen, kapının önündelermiş. Çıkıp onları öptüm. O gün Ankara tıp benim için çalışıyordu. Çocuk doktorumuz Hülya'yı arayıp "Ben doğuruyorum kooooşşş!" diyerek yatağından kaldırdım. Anestezi doktorum Ayşegül o gün ameliyathaneye doktor olarak değil benim arkadaşım olarak koştu :) O ameliyathanede beni yalnız bırakmadıkları için o kadar minnettarım ki onlara.. 
Sonuç olarak saat 7.50'de, heyecandan 150/100 olmuş tansiyonla ameliyathaneye girdim. Ameliyat 8.00de başladı. Anne adaylarımız için ayrıntıya girelim şimdi :)
Sezeryanım spinal+epidural anestezi ile oldu. Önce belime lidokain (lokal anestezik) yapıldı. Ben otururken büyük bir iğneyle belimdeki kemiklerin arasından omuriliğime ulaştılar. O iğneyi daha önce defalarca görmüştüm ama ilk defa bu kadar büyük geldi. Çok korktum. Ayşegül'e döndüm "Çok acıyacak mı?" dedim. "Merak etme canım acımayacak" dedi. Elimi tuttu ve gerçekten acımadı. Sonra bacaklarım karıncalanmaya başladı ve bir ağırlık hissettim. Beni yatırdılar, artık ayaklarımı hareket ettiremiyordum. Dokunmaları hissediyor muyum diye test ettiler ve sondamı taktılar (spinal anestezi olduğum için doğum sonrası bir süre yürüyemeyecektim bu yüzden sonda mecburiydi). Gerçekten hiçbirşey hissetmedim. Cem hoca geldi, hal hatır sordu, beni rahatlattı ve o sözcüğü söyledi: "Bistüri! 
Sonrasında bir süreyi hiç hatırlamıyorum. Bunun iki sebebi olabilir: Birincisi bütün gece uyumamıştım gerçekten çok uykum vardı, içim geçmiş olabilir. İkincisi ve daha muhtemel sebep de 150/100 tansiyonu gören anestezi doktorum tansiyonumu düşürme gereksinimi hissetti ve bana ilaç verdi. Büyük tansiyonum 120 olduğunda ben kusmaya başladım. Bu durumu stresime bağlayan anestezi doktorum sakinleşmem için biraz sakinleştirici verdi. Kaburgalarımda bir acıyla kendime geldim. Birşeyler hareket ediyordu ve Cem hocanın sesi: "Betül bak!" 
Bebeği çıkarmış havada tutuyordu. Bebek biraz mor muydu? "Allah'ım lütfen ağlasın!" diye düşündüm ve ağlama sesini duydum. O an gözlerimi kapattım ve dua ettim "Allah'ım bütün isteyenler çocuk sahibi olsun!". Hoca bebeği görevliye verdi, görevli de Hülya'ya götürdü. Saate baktım: 08:35. Kağan'ın yükselen burcu yengeç olmuştu. 
Hülya'nın yapacaklarını ezbere biliyordum. Bebeği kurulayacaktı (üşümesin diye), haya yolunu açacaktı. Burun delikleri açık mı diye kontrol edecekti. Kalbini dinleyecekti, solunumunu sayacaktı. Gözlerine antibiyotik damlatıp (Bebek anneden kapması muhtamel mikroplardan korunsun diye) bacağına K vitamini vuracaktı. Göbek kordonunu kısaltacaktı ve giydirip bana getirecekti. 
Ayşegül de bebekle birlikte gitmişti neyse ki. Gelince "Bebeğine talibim Betül kocaman dudakları var aşık oldum galiba" dedi. Güldüm "İyi mi?" dedim "Merak etme" dedi. 
Ameliyat tam hız devam ediyordu. Geri kalan bölümde eğlenmiş bile olabilirim. En son sıra cilt dikmeye geldiğinde Cem Hoca sahneyi Egemen abiye bırakarak gitti. 
İyice endişelenmeye başlamıştım Kağan'ı hala yanıma getirmemişlerdi. Ayşegül'e dönüp "Bir Hülya'ya baksana" dedim. Gitti bakıp geldi, beni endişelendirmemek için "Giydiriyorlar" dedi ve ben inandım. 
Egemen Abi şakalaşmaya başlamıştı: "Eee Betül cildi nasıl dikeyim? Biraz yamultsam mı acaba? Dün doğum günümü kutlamadın zaten". "Abi gördüm de bugün nasıl olsa ameliyathanede beraberiz dedim yaa sahi dikmeden yağları alsana". Ve gülüşmeler... 
Saat 9da ameliyat bitmişti. Sezeryanın en çok bu yönünü seviyorum. Normal doğumda sancılarınız başlar, hastaneye gidersiniz. Kaç saat süreceğini, ne kadar sancı çekeceğinizi bilemezsiniz. İlk doğumunu yapan anneler ortalama 10-12 saat sonra bebeklerini kucaklarına alırlar. Sezeryan yapan bense hastaneye gittikten 1 saat sonra bebeğimi görmüştüm. Kucağıma alamamıştım o başka...
Beni sedyeyle koridordan geçirirlerken yenidoğan odasını, Buğra'yı gördüm, seslendim. Hemen yanıma geldi, nasıl olduğumu sordu. Sonra "Betülcüm Kağan biraz yanımızda kalacak. Biraz fazla nefes alıyor, oksijene bağlı şu anda, Hülya ilgileniyor" dedi. Hülya'ya ve hocalarıma o kadar güveniyordum ki.. "Peki napalım olsun, ben de biraz uyurum" dedim. 

23 Ekim 2013 Çarşamba

Kağan'a hazırlık-2

Mobilyalar bitince diğer birçok şeyi Dilek annemle aldık. İlk başta anne yanı yatağı istemiyordum fakat gerekli olduğuna ikna oldum. Cihan'la birlikte "Nasıl olsa 3 ay kullanacağız kullanılışlı ve ucuz olsun" düşüncesiyle aldığımız casual marka 50x100cm boyutlarda yatağı malesef düşündüğümüz gibi kullanamadık. Çünkü Kağan'ın uyanıp uyanmadığını görmek için her seferinde kalkmak zorunda kalıyordum. Bizim yatağımız çok alçak olduğu için kafamı uzatamıyordum. Her kalkışta da çok ağrım oluyordu. Bu yüzden eve gelişimizin ertesi günü canım kocam gidip Zara home'da beğerndiğimiz mükemmel yatağı aldı. Artık bebeğim yanımda yatıyormuş gibiydi. Anne yanı yatağı alırken buna dikket etmenizi öneririm. Aldığımız casual yatağı da seyahatlerimizde çok rahat kullandık. Katlanınca küçücük olduğu için çok rahat taşınıyor.
Gündelik olarak kullanmak için ana kucağı aldık. 3 kademeli olarak kullanılabiliyor. En güzel kullandığım ürünlerden biriydi, çok tavsiye ederim. Gündüzleri salonda bu ana kucağında uyuttum oğlumu. Böylece gündelik seslere de alışmış oldu, ben de yatak odasına kapalı kalmadım.
Dünyanın en önemli buluşu emzirme minderi olmalı! Bunlardan mothercarede de var ama ben myceyi öneriyorum çok daha ucuz çünkü:) Bize Zeynep almıştı hediye olarak, çok kullanılışlı.
Ve gelelim bebek arabasına... Biz çok arada kaldık. Bu gerçekten çok zor bir karar bence. İlk başta kraftı çok beğenmiştik. Daha sonra açılıp kapanması daha kolay olan ve daha az yer kaplayan casualda karar kıldık. Ama yani bebek arabası çok geniş bir konu. Düğmeyle otomatik açılıp kapananlar bile var :)
Bebişimizin kıyafetleri için bütün aile seferber olmuştu. Biz en çok marks and spencer, H&M ve mothercareden alışveriş yaptık. Ama size tavsiyem çok fazla kıyafet almayın. Çünkü sağolsunlar bebek görmeye gelen misafirler elleri boş gelmiyorlar. Kağan'ın hiç giymediği küçülmüş kıyafetleri bile vardı.
Çalışan bir anne adayıysanız süt sağma makinesine de ihtiyaç duyacaksınız. Ben avent olanı aldım. Tek başlıklı olandan. Memnun sayılırım idare eder :)
Son olarak Kağan doğduktan sonra aldığımız ve kullanmaktan çok mutlu olduğum birkaç şey paylaşmak istiyorum.
Bebeğiniz doğduğu ilk zamanlarda oyuncaklara hiç ilgi göstermeyecektir. Fakat büyüdükçe gelişimi, el-göz koordinasyonu için oyuncaklara ihtiyaç duyacaksınız. Biz de bu doğrultuda bebeğimize oyun halısı aldık. Aldığımız en ucuzuydu ve çok memnunuz. Kolayca katlayıp gittiğimiz heryere götürebiliyoruz.
Ek gıdaya başladığınızda tüm uzmanlar bebeğinize ait bir mama sandalyesi olmasını öneriyorlar. Biz mamas papastan aldık. Yuvarlak sehpamız olduğu için çok kolay kullanabiliyoruz. Ayrıca oldukça güvenli, kayıp devrilme riski yok. Küçük olduğu için de az yer kaplıyor.
Aktaracaklarım şimdilik bu kadar, sevgiler :)

22 Ekim 2013 Salı

Kağan'a hazırlık-1

Ben biraz batıl inanç sahibi bir insanım. Doğduğum ve büyüdüğüm yerde bebeklere 7.aydan önce birşey alınmaz. Bu hareketin bebeğin başına birşey gelmesini önlediğine inanılır. Bu yüzden ben kendim bebeğime 7.aydan önce birşey almadım. Çevremdekilerin almasını da önlemeye çalıştım, başarılı olabildim mi, o tartışılır :)
Hamileliğimin 4.ayında ziyarete gittiğimiz sırada Zeynep teyzesinin bizi zorla Mothercare'e sokması sonucu Kağan'ın ilk kıyafetleri alındı. Zeynep, Bekir, Gülşah ve Şakir babam, benim "Yapmayın, etmeyin" laflarım arasında ilk hediyelerini aldılar.Henüz cinsiyetini bile bilmiyorduk. O yüzden aldıkları şeyler hep sarı :)

Daha sonra aslında iki kişilik olan 3+1 evimizde Kağan için yer açmaya başladık. Odasını boşaltmakla başladık işe. Biz çalışan anne ve baba olarak kendimize "Çalışma odası" düşünmüştük ama o çalışma odamız 1 yıl bile yaşayamadı :) Benim kırmızı perdeli, kırmızı elma avizeli odam artık Kağan'ındı.
Cihan hazırlıklar için inanılmaz heyecanlıydı. Bebeğin erkek olduğunu öğrendikten sonraki haftasonu kendimi mobilyacıda bulmuştum bile... "Ne olacak canım fikir ediniyoruz" demişti canım kocam. Allah'ım ne kadar çok çeşit vardı. Anne yanı sepetleri, büyüyebilen karyolalar, sabit karyolalar, nevresimler, oda takımları vs. Bizim öncelikle küçük bir odamız vardı. Neye ihtiyacımız vardı, odamıza neyi sığdırabilirdik, neler daha kullanılışlı olurdu? Elimizde bir metre odanın ölçüsünü aldık önce. Büyüyen karyolaların odamıza sığamayacağını farkettik. Çok yer kaplıyorlardı. Eğer onu alırsak bebeğimizin dolabı olmayacaktı. Biz de klasik 2-3 yaşına kadar kullanabileceğimiz bir beşik almaya karar verdik. Zaten kiracıydık büyük bir eve taşınırsak daha sonra Kağan'a odasını kendi zevkine göre alabilirdik.
Bu arada benim o odada bir duvarı duvar kağıdı yapmak gibi bir fikrim vardı. Birkaç yerde duvar kağıdı baktıktan sonra koçtaşta bu duvar kağıdını görünce ikimiz de "İşte bu!" dedik aynı anda. Ve hummalı bir çalışma başladı evimizde. Polat ve Yücel bir haftasonlarını bize ayırarak minik yeğenlerinin odasını boyamakta Cihan'a yardım ettiler. Gerçekten çok yoruldular ve süper bir iş çıkardılar. Daha sonra duvar kağıdını babamız tek başına yaptı :)

Daha sonra mobilya turlarımız sırasında ikeada çift kapılı bir dolap gördük. Fiyatı çok uygundu ve çok hoşumuza gitti hemen kaptık getirdik eve :)
Bu dolapla birlikte mobilyalarımızı nereden alacağımızın akıbeti belli oldu tabi ki :) Cihan'a kalsa hemen herşeyi alıp bitirecekti gerçekten çok aceleciydi. onu zaptetmek gerçekten çok zor oldu. En sonunda o gün geldi, gidip ikeadan eşyalarımızı seçtik.
Beşiğimiz 60x120 cm boyutlarında, beyaz mobilya. 3 kademe olarak kullanılabiliyor. Birinci kademe bebeklik dönemi için. Bebek ayağa kalktığında düşmesin diye yatağı aşağı alabiliyorsunuz. Ayrıca bebek yürümeye başladığında önündeki parmaklıklar çıkıp beşikten karyolaya dönebiliyor. Benim için önemli olan köşelerin sivri olmaması, kullanılışlı olmaması ve tabi ki boyasının bebek sağlığına zararlı olmamasıydı. İkeaya boya konusunda güveniyorum. Bu şekilde 3 kademeli olması da beşiği kullanılışlı yapıyor. Yine ikeadan 3 çekmeceli etejer aldık. Ayrıca oradan birkaç nevresim ve bebek odalarının vazgeçilmezi cibinlik alarak alışverişimizi bitirdik. Beşiğimizin son hali böyleydi.


21 Ekim 2013 Pazartesi

39 haftalık kabusum :)

Gaziantep'ten döndüğümüz hafta bir sabah öğürerek uyandım. Artık hiçbir şey harika değildi. O günden sonra 5 ay boyunca her sabah öğürerek uyandım, çoğu sabah da kustum. O sabahlardan sonra işe gitmek kabus gibiydi. Bu yüzden 9 ay boyunca makyaj yapmadım çünkü zaten evden çıkmadan hepsi akıyordu :) Ama inatla hiç ilaç kullanmadım. Sık sık midemi bulandırmayan şeyler yemeye çalıştım. bu dönemde protein konusunda sıkıntı yaşıyordum. Eti sadece hamburgerin içinde yiyebiliyordum. Gözleme, tost, peynir ekmek, çubuk kraker temel besin kaynaklarımı oluşturuyordu. Haftada en az bir gün balık yemeye dikkat ediyordum
Hamilelik döneminin bu kadar kabus gibi geçmesinin en büyük sebebi benim aslında. İlk defa itiraf ediyorum ama hamile olmak benim utanç kaynağım gibiydi. Bir doktor olarak istemeden nasıl hamile kalabilirdim ki? Kağan içimde hareket edene kadar bunun nasıl bir mucize olduğunu anlayamadım. 39 hafta boyunca karnımdaki bebekle hiç konuşmadım. Ama eminim onu çok sevdiğimin farkındaydı :)
Daha sonra bulantı dışında başka sorunlar da ortaya çıkmaya başladı. Hergün giydiğim ayakkabı yavaş yavaş dar gelmeye başladı. Bir baktım dolabımdaki çizmeler de olmuyor. Ve panikle teker teker ayakkabılarımı denemeye başladım. Bu bir kabus olmalıydı ayağıma olan tek ayakkabım cat marka botlarımdı (yarım kiloluk cinslerden). Çaresizce bütün kış onları giydim. Ama kabus hala bitmemişti. Ayak baş parmak tırnağım batmaya başladı. Hepsi o ödem yüzünden!
4. ayımda artık kardeşimden aldığım geniş kot pantolonlar da dar gelmeye başlamıştı. Bir gün Cihan ve Eda ile hamilelik giysisi almaya çıktık. Bütün ankamalli dolaşarak tek hamilelik giysisi satan yerin LCW olduğunu farkettim. Ve büyük bir arayışa girdim. Ama zaten ayakkabılarımın hiçbiri olmadığı için fazla seçeneğim yoktu. 2 tane kot pantolon ve gömlek aldım o gün. Daha sonra keşfettiğim mağazalar da H&M ve Gebbe'den ibaretti. H&M yetmişti neyse ki :)
Cihan'la büyük bir heyecanla bebeğin hareket etmesini bekliyorduk. Ve 1 Ocak 2013 sabahına onun ilk hareketiyle uyandık. Cihan benimle aynı anda hissetmişti. O günden sonra bu hareketler benim en büyük mutluluğum oldu. Mikroskop başında otururken bile asla kendimi veremiyordum. Sürekli kımıldamaları takip etmeye çalışıyordum, aklım hep oradaydı. İş yerinde yorgunluktan bittiğim bir anda sandalyeye yığıldığımda veya sinirle odaya girip oturduğumda hareket etmeye başladığında bir anda tüm duygularım değişiyor, yüzüme büyük bir gülümseme yayılıyordu.
Yorgunluk demişken.. Hamilelik beni resmen bitirmişti. Canım kocamla haftasonları en büyük zevkimiz olan kafamıza göre dolaşmalarımız tamamen son bulmuştu. Hastaneye girdiğimde eve gidip kanepeye uzandığım anı hayal etmeye başlıyordum. Bu yüzden zavallı kocam tamamen eve hapsolmuştu. Bazı akşamlar evimize çok yakın olan cepada ya da kentparkta yemek yemek için bana yalvarması gerekiyordu. Cevap hep aynıydı: "Nolur beni eve götür." Neyse ki bulantılarım son bulduğunda yorgunluğum da geçmişti. Artık eve erken gidip yemek yapmayı hayal eder olmuştum :)
İlkbahar geldiğinde artık cat botlarımı giyemeyecek olmam sebebiyle ayakkabı alışverişine çıktık. Tüm kış ağır botlar giydiğimden hafif bir spor ayakkabı almak istiyordum. Adidasa gittik ve bir ayakkabı beğendim. "39,5 numarasını alabilir miyim?" dedim. "Neyse 40,5 olsun", "41??". Ve asla unutamayacağım o cevap "Hanımefendi bayan reyonumuzda 41 numaramız yok.". Şaka mıydı bu?? Erkek reyonundan mı giyinecektim?? Çaresiz erkek reyonundan unisex gibi görünen bir ayakkabı aldım (ayakkabılarımın bir kısmı hala olmuyor).
Hamileyken gördüğüm tüm rüyalarda bebeğim erkekti. Hormonlarımız gerçekten inanılmaz.. İlk başlarda rüyamda sürekli bebeği beslemeyi unuttuğumu, varlığını unuttuğumu, bir türlü anne olmak için yeterli olmadığımı görürken daha sonra bu rüyalar ben bebeğime mutlulukla bakarken, bebek bana kahkaha atarken, birlikte kırlarda koşarkenki görüntülerimizle dolmaya başladı. Sonra daha cinsiyetini bilmezken bir gün rüyamda doktorumun bana ultrason yaptığını, "Bak Betül erkek!" dediğini gördüm. Artık gerçekten hiçbir şüphem kalmamıştı. Bu olayı birebir olarak yaşadım. Ultrasonda doktorum "Bak Betül! dedi. Penisin glans parçasını Cihan bile tanımıştı :)
Bu arada sürekli kilo almaya devam ediyordum. Hamileliğimin son döneminde iş yerinde masadan mikroskoba uzanamıyordum. Tam olarak 23 kilo aldım. Hamileliğimin 24. haftasına geldiğimde gestasyonel diyabet tanısı aldım. Aslında polikistik over sendromumdan dolayı bu beklediğim birşeydi. Bu tanıdan sonra beslenmemi tamamen düzenledik. Bir süre kilo alışım durdu. Şekerli olan herşey yasaktı. Meyveler bile kısıtlıydı. Erkek bebek bekleyen bir anne adayı için emin olun bu gerçekten çok zor bir dönem :) Ama diyabetik anne bebeğinin başına gelebilecek herşeyi biliyordum ve bunu bebeğim için yapmak zorundaydım.
Hamileliğim boyunca kocamla çok tartıştığımız 2 konu vardı. Birincisi isim. İsim konusu açıldığında Cihan'ın ilk tercihi beni şok etmişti :
C: - Alparslan olsun.
B: -Rüzgar??
Cihan'dan gelen öneriler hep aynı çizgideydi: Oğuz, Alp, Alperen, Selçuk, Kağan
Benimkiler de öyle: Doruk, Kaya.
Hala uzlaşabilmiş olmamıza çok şaşırıyorum.
İkincisi çocuğun takımı. Cihan'ın en büyük hayali galatasaraylı erkek bir çocuk sahibi olmakmış. Bense fenerbahçeliyim. Aramızda kalsın ama bu konuda hala anlaşabiliğimizi sanmıyorum :)
(Hamileliğimin 20.haftası, Kağan'ın ilk görüntüsü... Hala aynen böyle uyuyor. Hık demiş annesinin burnundan düşmüş bebeğim:))

20 Ekim 2013 Pazar

Ben hamileyim...

Hamilelik haberini aldıktan sonra kesinleşmeden ailelerimize söylememe kararı aldık. 2 gün sonra beta HCG tekrarı yapılacaktı. Ayrıca zaten hafta sonu Gaziantep'e gidecektik.
Bebeğimiz hala ultrasonda görünmeyecek kadar minicikti. Ama beta HCGnin 2 katına çıkması hamile olduğumu gösteriyordu.
Bu arada iştahım inanılmaz açılmıştı. Sanki hayata yemek yemek için gelmiş gibiydim. Canım sürekli tatlı yemek istiyordu. Böylece katmer, baklava hayalleriyle otobüse binip Gaziantep'e gittik. Ben kendi ailemi de aramıştım "Sizi çok özledim lütfen hafta sonu gelin" dedim. Annem binbir nazla da olsa gelmeyi kabul etti (Şimdi öyle mi torununu görmek için ikiletmiyor bile).
Cumartesi günü yeni aldığımız arabayı teslim aldık. Biraz gezdik, Şakir babam kurban kesti, yemeğe gittik. Daha sonra akşam annemler geldi. Hepberaber salonda oturuyorduk. Ve ben konuşmaya başladım:
" Buralara kadar geldiğiniz için çok teşekkür ederiz" dedim annemlere dönüp. Sonra Dilek anneme dönüp "Bu kadar insanı eve davet ettiğiniz için çok teşekkür ederim"dedim. "Bugüne kadar bize çok emek verdiniz her hareketimizde destek oldunuz. Siz olmasaydınız bu kadar şeyi başaramazdık. Ama artık bizim daha fazla desteğe ihtiyacımız var çünkü bir bebeğimiz olacak" dedim. Galiba kıyamet koptu. Ananem o kısacık boyuyla Cihanların tüm salonunu 2 adımda geçip yanıma gelmişti bile. Ananeme sarıldım kafayı çevirdim annemle Dilek annem hüngür hüngür ağlıyordu. Merve "Nasıl yani hala mı olacağım ben?" diyerek tebrik etti bizi. Sevim ananeye sarıldım. Şakir babam koltuğundan kalkamamıştı. Hiçbirşey de söyleyememişti. Onlara da sarıldık sonra hep beraber yemeğe gittik. Tabi ağlamaklı seslerle aranan yakınlar, onların tebrikleri...
Ertesi gün uyandığımda annemler bebeğimin kreşe gideceği zamana kadar yapacaklarını planlamışlardı bile :) Ve annem tüm hamilelik dönemimi etkileycek o cümleyi kurdu: "2 haftaya kadar bulantıların başlayacak, sabahları yataktan tuvalete zor yetişeceksin ve 5 ay sürecek." Gülüp geçmiştim "Ben çok iyiyim annecim" demiştim. Ama bu kehanetin harfi harfine gerçekleşeceğini nereden bilebilirdim...

Serüven başlıyor: Hamile olamam!

"Bugün bir kabus gördüm, 1 aylık hamileydim. Çok fenaydı" diye asistan odasına girdiğim günden 1 hafta sonraydı. Her ay olduğu gibi reglim gecikmişti. Her ay yaptığımı gibi gebelik testi yapıp negatif olduğunu görüp ilaç başlamam gerekiyordu ama artık bu olaydan sıkıldığımı farkedip hormon testlerimin tekrar zamanı geldiğini düşündüm.
Polikistik over sendromu teşhisimin üzerinden 4 yıl geçmişti. Bu sendrom temelinde kilo artışı ve kıllanma olan bir hastalık. Aslında hormon bozukluğundan ibaret. Bana bu teşhis konduğunda normal insanlara kıyasla çocuk sahibi olma şansımın daha az olduğunu biliyordum. İlaç kullanarak hastalığın semptomlarını ortadan kaldırabiliyorsunuz fakat hastalık yakanızı bırakmıyor.
İşlerimi biraz azaltmak adına ve hasta yoğunluğunun da az olacağını düşünerek 16.00 civarı kadın doğum polikliniğine çıkıp durumu anlattım. Arkadaşlar sağolsunlar hemen tetkiklerimi istediler (tabi ki gebelik testi ve birkaç hormon daha). Cihan beni almaya geldiğinde "Bugün doktora gidecektin ne oldu?" diye sordu. "Yarın gebelik testi yaptıracağım, ah çok heyecanlıyım" diyerek dalgamı da geçtim, gülüştük.
Bu arada söylemem gerekir ki Cihan ile aramızda bebek konusunda düşünce ayrılığı vardı. Ben daha çok çok erken olduğunu düşünüyordum ve çok da katıydım. Cihan oldukça sıcak bakıyordu. Benim katı olmam da aramızda şaka konusuydu son zamanlarda. Sürekli çocukla ilgili hayaller kurup beni kızdırmaktan oldukça zevk alıyordu. Nedense sürekli olarak bebekten konuşuyorduk anlayacağınız :)
Ertesi sabah kan vermeye gittim. Öğleden sonra bilgisayar başındayken kan verdiğim aklıma geldi ve sistemden açtım. Dondum. Kapattım. Tekrar açtım. Dondum. Elim ayağım titriyordu. Aklıma gelen ilk düşünce hastanenin sisteminde bir yanlışlık olduğuydu (komediye bakar mısınız). Fırlayıp kadın doğuma çıktım. "Nolur ultrasonda bakalım biliyorum çok erken ama kesenin olmadığını görelim bi yanlışlık olduğunu anlayalım rahatlayalım" dedim. Tabi odadaki arkadaşlar koptular :) Bir dakika oturun bir anlatın ne oldu dediler. Anlattım. İmkansız dedim nasıl olur ben hamile olamam! "Hem ben daha çömezim, daha çok erken. Olmaz doğuramam. Hem zaten kesin yanlış bu sonuç". "Tamam doktor hanım bi sakin olun. Daha çok erken bunları düşünürsünüz, hem baksak da keseyi göremeyiz biliyorsunuz. Yalnız şimdi size folik asit başlayalım" dedi doktor arkadaş. Ben yerimden fırladım "Ne folik asiti!!! Bakın anlamıyosunuz ben hamile olamam, olmamalıyım." Daha sonra beni bir önceki gün gören arkadaş girdi içeri. "Aaa dünkü doktor hanım... Aaa hamile misiniz tebrik ederim" dedi ve durumu anladı. Oturduk konuştuk. Önce beni sakinleştirdi (bunun için hamileliğin dünyanın sonu olmadığını söylemesi gerekti), sonra asistanlıkta çocuk sahibi olmanın mümkün olduğunu örneklerle anlattı, sağolsun çok yardımcı oldu. Odadan çıktığımda hala hamile olduğumu kabullenmemiştim ama sakinleşmiştim. Kafam çalışmaya başladı. "Şimdi benim beta hcg hormonum yüksek, belki hamile değilimdir, başka bir hastalıktır.. Tabi yaa beta hcgyi yükselten kanserler vardıııı". Allah'ım bu olasılık bile mümkün gözükmüştü o an gözüme ...
Mesai nasıl bitti bir bana sorun. O arada kardeşime ve Gülşah'a söylemiştim. Hemen Cihan'ı aradım. "Ben yanına geliyorum sakın eve gitme. Bir yemek yiyelim" dedim. Cihan'la karşılaştık ilk sözü "Eee hamilelik testi ne oldu??" oldu. Ben ağlamaklı "Pozitif çıktı" dedim. Cihan duvara toslamış gibi oldu. İlk tepkisi "Şaka yapıyorsun!"du. 1 saat boyunca inanmadı. Yemeğe gittik ve ben şu gebelik testlerinden yaptım hastanenin labratuarındaki yanlışlık ihtimaline karşı :) sonuç tabi ki pozitif. Bu arada Cihan, pozitif çıktı dediğimden beri yüzünde beliren garip gülümsemeyle bana bakıyordu. "Hahahaa, şaka yaptım" dememi bekliyordu aslında ama bu haberin gerçek olmasını da çok istiyordu. Ve eve geldik. Hala ne yapacağımıza karar verememiştik. Ben bir türlü kabullenemiyordum ama o gülümseme garip bir şekilde bana da yayılmıştı. Konuştuk, göz göze geldik ve kararımızı verdik. "Hadi Eda'ya söyleyelim".
"Sana bişey söyleyeceğiz ama bize kızma" Eda suratımızdaki gülümsemeye bakıp ne söyleyeceğimizi anında anladı :) "Nasıl yani ben hala olmaya hazır değilim!" diyen ruh hali yarım saat sonra "Dokunmayın yeğenime ben bakarım ona canııımm"a dönmüştü bile...

19 Ekim 2013 Cumartesi

Ben de blogcu oldum!

Minik bebeğim Kağan 20 mayis 2013 tarihinde doğdu.
Çömez bir patoloji asistanı olan ben, hergün yoğun çalışıp haftanın belli günlerinde de geceleri mikroskop başında cam bakarken, beni bekleyen belirsiz bir "mecburi hizmet" süreci varken, eşim Cihan henüz askerliğini yapmamışken... Kısacası hiç hazır olmadığımız bir dönemde geldi hamilelik haberi.
Çok zor gecen 39 hafta, sonrasında elektif sezeryan ve hayatımda hiç yaşamadığım, hamileyken bile hiç hayal etmediğim, içime ılık ılık akan, her geçen gün çığ gibi büyüyen annelik duygusu.
Aslında blog yazmak hamilelik döneminde aklıma gelmişti. Fakat söylediğim gibi çok zor geçtiği için çok sıkıcı bir blog olacaktı. "Bugün yine midem bulanıyor", "Artık kusmaktan bıktım", "Bu nasıl bir eziyet", "Aynaya bakmadan gecen bir gün daha" yazacak pek birşey yoktu yani :) Ama Kağan öyle mi... Her gecen gün onun büyümesini, yeni birşeyler keşfetmesini izlemek artık hayatımın en büyük mutluluğu... Sonra canim arkadaşım Fatma'nın hamilelik haberini aldık. Bize o güzel haberi verdikten sonra blog yazdığını söyledi. O gün heyecanla girip tüm yazdıklarını bir solukta okudum. Çok etkilendim. Hamilelik döneminde yaşadıklarını hiç unutmayacaktı hem de düşünsenize minik meleği için çok güzel bir hatıraydı. Benimse Kağan'a "Senin hamileliğinde şunları yaşadım" diye sıkıcı hikayeler anlatacağımı o an anladım. Ama hala kendi blogumun olması olayına sıcak baktığım pek söylenemezdi. Fakat bu gece o blogu okurken ağladığımı farkettiğimde insanların birbirlerinin duygularına ne kadar kolay dokunabildiklerini anladım. Hem yazsam ne olacaktı ki, evet sayısalcı olduğumdan edebiyatım iyi değil ama belki arkadaşlarım deneyimlerimden yararlanırlar dedim ve ben de blogcu oldum!