Ben çıktığımda ağıtlar, kahkahalar vs. büyük bir duygu yoğunluğu yaşandı. Fakat bebeğim olmadan çıktığım için oldukça buruktu. Benim kafam rahattı ama herkes çok endişeliydi.
Odama çıktım ve çok şaşırdım. Öğrenciyken bu kata hiç gelmemiştim, hele VIP tarafına adım atmamıştım. Odaları bu kadar geniş, konforlu beklemiyordum. Odamın balkonu bile vardı. Ayrıca odamın 6 sene kaldığım yurt manzaralı olması da ilginçti tabi :)
Daha sonradan öğrendiğime göre Kağan doğduktan sonra Buğra Hülya'nın telefonuyla fotoğraflar çekmiş, bizimkilere göstermiş. Hatta Cihan'ı içeri bile almış. Bebeği neden getirmediklerini de herkese anlatmış, canım benim :)
Hemşirem geldi, tanıştık. Takibimi yaptı, ateşimi ölçtü. İlacımı verdi ve gitti. Zaten hala spinal anestezi etkisinde olduğum için hiç ağrı hissetmiyordum. Ağrım olduğunda belimdeki hortumla düzenli olarak ağrı kesici pompalanacaktı (epidural anestezi bu demek). Biraz uyumaya çalıştım ama ne mümkün :) Hem oldukça heyecanlıydım hem de endişeli. Hala Kağan'ı getirmiyorlardı 1 saat geçmişti. Keşke ayağa kalkabilseydim, gidip ne yaptıklarına bakabilirdim. Ama yine de o hastanedeki en şanslı hasta bendim. Oğlumun doktoru en yakın arkadaşımdı sonuçta. Hülya'yı aradım "Noluyor neden getirmiyosunuz oğlumu bana?" dedim kaşlarımı çatarak. "Betül Kağan ıslak akciğer oldu" dedi. "Evet bir aksilik olmasa şaşardım zaten!"
Islak akciğer yenidoğanlarda geçici olan bir durum. Genellikle sezeryan olan erkek bebeklerde görülür. Eğer erken doğumsa da görülme sıklığı artıyor. Normalde bebeklerin vücudu doğum yaklaştıkça strese girer. Vücutlarında stres hormonları salgılanır ve bu hormonlar akciğerleri de doğuma hazırlar. Normal doğum sırasında da bebeğin geçtiği yol çok dar olduğu için akciğerlerde o zamana kadar olan su mekanik etkiyle boşalır. Şimdi bir de Kağan'ı düşünelim.. Annesinin karnında bir o yana bir bu yana salınan, hayatından memnun olan, doğumuna daha en az 1 hafta olan Kağan'ı hayal edelim. Bir anda bir el kafasından tutup onu dışarıdaki oksijenle buluşturuyor. Akciğerleri hala su ile dolu olduğu için fazla hava alamıyor. Aldığı hava yetmediği için çok sık sık nefes alıyor ve oksijene ihtiyaç duyuyor. Geçici bir durum çünkü bu sıvı yavaş yavaş oradan emiliyor.
Kısa bir düşünme evresinden sonra Hülya'yı tekrar aradım. "Nolucak peki şimdi?" "Yenidoğandaki hocalarla konuştum yenidoğan yoğunbakıma getireceğiz, bir durumuna bakalım. Normalde bebekler akşama kadar burada kalıyor ama Kağan'ın durumu oldukça iyi daha çabuk toparlayacağını düşünüyorum" dedi. Yani akşama kadar bebeğimi göremeyecek miydim? "Peki odaya getiremez misiniz? Hem biraz beslerdim aç şimdi" dedim. "Mama veririz burada Betül oksijenden ayırınca morarıyor" dedi.
İlginç bir şekilde hala sakindim. Odada tam bir fırtına öncesi sessizlik vardı. Herkes benim ağzımdan çıkan bir söze, yüzümün alacağı şekle bakıyordu. Durumu açıkladım ve dünyanın en önemsiz hastalığını anlatıyormuş gibi görünmeye çok dikkat ettim. Bizim yoğunbakımın nasıl bir yer olduğunu, onların bugüne kadar özel hastanelerde gördüğü gibi camdan bir yer olmadığını, kimsenin içeri giremeyeceğini anlatmaya çalıştım. Sonrasında da normal davranmaya çalıştım. Saat başı arayıp Kağan'ın durumunu soruyordum. Giderek iyiye gidiyordu neyse ki.
Bu arada insanlar tebrik etmek için arıyorlardı. İşte odadaki sessizliği bozan kıvılcım o sırada çıktı. Ben dayımla konuşuyordum ve annelik hakkında söyledikleri duygulandırdı beni. Önce gözlerim doldu sonra ağlamaya başladım... Hopppaaa bir baktım odadaki tüm kadınlar ağlıyor, erkekler de napabiliriz derdine düşmüş, bir kargaşa başlamış. En son biri olaya el koydu (kim olduğunu hatırlamıyorum o kargaşada) "Oda çok kalabalık bir kısmımız eve gidelim, Betül de dinlensin" dedi. "Ohh ne güzel fikir" dedim içimden. Bu sefer de kimse gitmek istemiyordu. Bebek her an gelebilirdi sonuçta :) Anneannem, Merve, Şakir babam ve babam gönüllü oldular ve gittiler. Fakat eve gitmemişler, bana inanmayarak çocuk bölümüne gidip yoğunbakımı bulmuşlar:) Kapıda "Anne baba harici girilmez" yazınca da hemen Cihan'ı aramışlar.
Cihan yoğunbakıma gittiğinde Kağan makineye falan bağlı değilmiş, durumu da gayet iyiymiş. Hal böyle olunca Cihan'ın da ilk işi fotoğraf çekmek olmuş:)
Cihan Kağan'ı giydirmek için eşyalarını almaya odaya geldi. O gittikten sonra odayı görmeliydiniz. Herkes ayakta, "Hazır ol" vaziyetinde Kağan paşayı bekliyor :) Ben yatağımda sadece sesleri duyabiliyordum. Bu arada öğle arası olduğu için arkadaşlarımız da bizi yalnız bırakmamak için gelmişlerdi. Dilek annem asansörde karşılamış Cihan'ı hemen bebeği almış kucağına.
Odaya geldiğinde, bebeği ilk gördüğümde Dilek annem yavaşlatılmış bir şekilde hareket ediyor gibi geldi. Neden koşmuyordu ki? Hemen kucağıma almak zorundaydım onu.. Bir türlü bana vermiyordu, neden vermiyordu ki.. Gözlerim dolmuştu.. En sonunda bebeğime kavuştum.. Allah'ım o anı anlatamam.. Minicik parmakları vardı, gözleri kapalıydı, yumuşacık bir cilt. Ben anne mi olmuştum? İlk parmaklarına dokundum "Allah'ım sana şükürler olsun!"dedim içimden. Kokladım, tekrar kokladım, tekrar tekrar...O nasıl bir güzellikti..
Sonra Cihan geldi yanıma, gözyaşlarımı sildi. "Neden ağlıyorsun, baksana oğlumuza!" diyerek öptü beni. Sonra yavaş yavaş çevreme bakmaya başladım. Odadaki herkes ağlıyordu. İyi ki öğle arası gelmişti, herkes görebilecekti. Arkadaşlarımız gördüler, tebrik edip gittiler. Sırayla herkes kucağına aldı Kağan'ı. Tamı tamına 4 kg gelmiş benim oğlum yenidoğan tartısında.
Beşiğe konduğunda artık hiçbir sohbeti dinleyemediğimi farkettim. Dakika başı dönüp bebeğime bakmak zorunda gibiydim. O kadar güzeldi ki izlemekten kendimi alıkoyamıyordum. Rüya gibi, gerçek olamayacak kadar güzeldi. Normalde her ortamda gözleri Cihan'da olan ben Cihan'ın anlattıklarını bile dinleyemez hale geldim o gün :)
Bebeğin kilolu olması her zaman iyi birşey değildi. Kağan'ın 4 kg gelmesinin sebebi de benim gebelik diyabetimdi. Kağan haftasına göre iri bir bebekti ve bunun sonuçları yönünden hazırlıklı olmak gerekiyordu. İlk emzirdiğimde sütüm geliyordu, defalarca kontrol ettik, fakat Kağan doymuyordu. Şekeri çok düşüktü bu yüzden de sürekli uyku halindeydi. Bir türlü uyandıramıyorduk. Bir süre şeker takibi yapıldıktan sonra mama takviyesi gerektiğine karar verildi. Mamayı da alan Kağan artık hiç uyanmaz oldu :) Hayatımızın en büyük uğraşı Kağan'ı uyandırmaya çalışmaktı artık. Sarsıyorduk, ellerini ayaklarını oynatıyorduk, gıdıklıyorduk bir türlü uyanmıyordu. En son Hülya'nın önerisiyle soyma yöntemine geçtik. Tek işe yarayan yöntem o oldu..
Bu arada epidural kataterim yüzünden sol ayağım tekrar uyuşmaya başlamıştı. Böyle birşey olmaması gerekiyordu. Ayşegül'ü aradım, sağolsun hemen geldi katateri biraz geriye çekti. Ciddi ağrım vardı ve bacağım hala uyuşuktu. Epidurale rağmen böyle ağrım varsa insanlar bu acıya nasıl dayanıyor diye merak ediyordum içimden. Ama aslında öyle değilmiş, gece makinenin içindeki ağrı kesici bittiğinde karar verdim. Epidural hayatımdan çıkınca ayağım da normale döndü, ağrılarım da. Aslında o kadar acımıyormuş. O gece kalktım, yürüdüm, üzerimi değiştirdim, sabah olduğunda bebeğimi oturarak emzirdim. Beni tek zorlayan şey göğüs ağrımdı. Karnım açıldığı için giren hava diyafram altında birikmiş, nefes alırken batıcı tarzda şiddetli bir ağrıya yol açıyordu. Bu yüzden 2 ağrı kesici iğne vuruldum ve gece rahat bir uyku çektim.
Sabah olduğunda canım kocam Kağan'a bakmadan gelip beni öptü, nasıl olduğumu sordu. Şakayla karışık "Ben bu bebeği hiç özlemedim, karımı çok özledim" dedi. O an içime büyük bir sevgi doldu. Böyle söylediği için hala minnettarım ona. Belki de bu cümle sayesinde Kağan'ı büyütürken onu hiç incitmemeye, ihmal etmemeye elimden geldiği kadar çok dikkat ettim...
İşte merakla beklediğim yazı... Canım yine çok güzel kaleme almışsın... Allah 3'ünüzün de gözündeki ışıltıyı hep o günkü gibi canlı tutar inşallah...
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim tatlım inşallah hepimizin :) Darısı senin bu yazına :))
YanıtlaSil