15 Aralık 2013 Pazar

Belgesel macerası

Normalde bugün çok farklı bir konu hakkında yazacaktım ama hafta içi olağanüstü bir gelişme olduğundan onu paylaşmak istiyorum.
Çarşamba günü iş yerinde normal normal çalışırken hocalarımdan biri Özlem Abla elinde telefonla koşarak gelip beni buldu. Bir yandan da karşıdakine benden bahsediyordu:
- "Evet Ayça buldum Betül'ü. Evet evet erkek çocuk. Kaç aylıktı Betül? 6,5 aylıkmış. Tamam dur bir sorayım"
Eliyle telefonun alıcısını kapattıktan sonra bana döndü:
- "Bir belgesel için çocuk gerekiyormuş Betül Kağan'ı oynatmayı düşünür müsün? Bebek bulamıyorlarmış da."
- "Bilmem. Oluuurr aslında" dedim gülerek. Sonra Özlem Abla saati vs konuştuktan sonra telefonu kapattı. Bana dönüp
-"Sen biraz düşün, eşinle konuş öyle cevap veririz" dedi.
Sonradan öğrendiğime göre Ayça, Özlem ablanın kuzeniymiş. Kendisi normalde hukuk fakültesi bitirmiş bir avukat. Fakat hukuk fakültesini bitirmekle kalmayıp dışarıdan konservatuar da bitirmiş, operada ses sanatçısı olmuş. Ayrıca Kaan adında bir oğlu var, hem de 39 haftalık hamile:) Ayrıca dünyalar tatlısı bir ev sahibi kendisi :)
Akşam eve gelince gelişmelerden Cihan'a bahsettim kendi fikrimi söylemeden. "Aaa ne güzel fırsat, hem süper bir anısı olur." dedi o da benim gibi. Böylece ertesi gün "Biz gönüllüyüz" dedim Özlem ablaya.
Cuma günü çekimler vardı. Eve gelip Kağan'ı aldık ve Ayça Hanım'ın evine doğru yola koyulduk. Ayça hanım ve annesi çok sıcak bir şekilde karşıladılar bizi. Hemen Kağan'ı kucaklarına alıp sevmeye başladılar. Bizden önce çekim yapılan bebek bir kenarda beşikte uyumuştu ninnilerle :)
Kağan'a ninni söyleyecek bayan da gelmişti. Kendisi soprano olup operada çalışıyormuş. Ayrıca birçok anaokulunda müzik öğretmeni olarak görev yapıyormuş. Çocuklarla çok ilgili olduğu için hemen Kağan'la kaynaştılar, birbirlerini çok sevdiler.
Kağan ninni söylenerek uyuyan bir bebek olmadığı için uyumasını beklemiyordum. Bu açıdan uyardım herkesi. Yönetmen, kameraman geldi. Mekanı gözden geçirdiler. Beşik geldi. Kağan içine yattı, başına da sopranomuz tabi :) Sesni alıştırmak için çekim başlamadan prova amaçlı ninni söylemeye başladı. İnanılmaz güzel bir sesi vardı. En kısa zamanda operaya gitmek için kendi kendime söz verdim. Bu arada kamera kuruldu, mikrofon ayarları yapıldı ve çekim başladı.
Kağan provalar sırasında ve çekimin ilk zamanlarında ninnileri çok büyük ilgiyle dinledi (Tabi çocuk alışkın olmadığı için..) Gözlerini ayırmadı hiç. Daha sonra yavaş yavaş ayaklar örtünün dışına çıktı, havaya kalktı. Parmaklar ağza gitti, emilmeye başlandı :) İlgi tamamen kayboldu ve herkes Kağan'ın ninniyle uyumayacağını anladı. Böylece çekime son verdik. Evimize dönerken ilk ışıklarda bir baktık ki Kağan paşanın kafası öne düşmüş, uyumuş :)

O günün anısı olarak Ayça Hanım kendi ninni cdsini hediye etti bize, oğluşum da alınteriyle ilk kez birşey kazanmış oldu:) 
Bu arada son yazımızdan bu yana Kağan ilk kez "baba" dedi, hatta sürekli "baba, baba" diyor, başka bişey demiyor. Emeklemek de yok henüz, diş çıkarmak da... 

24 Kasım 2013 Pazar

Benim oğlum 6 aylık olduuu:)

Evet bu cümleyi haykırmak istiyorum sürekli. 6 ay birçok şey için bir dönüm noktası. Ne mi gibi??
1- Oğlum kocaman oldu, tam 9 kilo! Artık salondaki sehpamız Kağan'ı taşıyamayacağı için dün ikeadan antilop mama sandalyesi aldık
2- Sürekli hareket halinde olduğu için geceleri üzerini açıyor. Bu yüzden bir uyku tulumu aldık.
3- Artık oyun battaniyemiz küçük geldiğinden ve yerdeki soğuğu kesmediğinden yeni ve kalın bir battaniye aldık. Böylece artık daha geniş bir oyun alanımız var.
4- Artık uyurken yastık kullanabiliyoruz. Ilk 6 ay yastık kullanmayı, yatağının içinde bulundurmayı önermiyorlar. Bebek yanlışlıkla yastığın altına geçerse kendini kurtaramyacağından.
5- 180 derece dönmek, kafasını kaldırmak, uzanmak vs gibi işleri yapabiliyor ama henüz emekleyemiyor. 1 haftaya kadar onu da bekliyoruz. Bugün poposunda kaldırdı.
6- Artık resmi olarak da ek gıdaya başlayabiliriz. Aslında biz başlamıştık ama, daha geniş boyuta geçiyoruz:)
7- Üzerinde +6 ay ibaresi olan tüm oyuncakları kullanabiliyoruz.
8- Hızlı bir boy artışı sonucu birçok kıyafeti olmuyor, belki dolabını tekrar gözden geçirmek gerekebilir.
9- Artık sosyal tepkileri de çok gelişmiş durumda. Yabancıları garipsiyor. Bana ve babasına tepkileri muhteşem. Ev kahkahasıyla çınlıyor. Mükemmel bir duygu:)
İşte evimiz şimdilik böyle bir durumda. 6.ay kontrolünden de geçti. Biraz zor bir gün olmuş. Maalesef ben yanında olamadım, babasıyla gittiler. Yani benim için de zor, merak dolu bir gündü. 3 tane aşı oldu. Kanı, idrarı alındı, muayenesi yapıldı. Ateşi çıkabilir diye 1 ölçek calpol verdik. Ama neyse ki bir sorun olmadı.
Artık ailece spora başladık. Daha doğrusu geri döndük. Bu yüzden kendimi çok iyi hissediyorum. Üye olduğumuz spor salonunun kids clubı 40 günden itibaren bebekleri kabul ediyormuş. Daha önceden başlamasının için nasıl pişman oldum anlatamam. Önceden gidip ortamlarına baktım. Bebekler için herşeyi düşünmüşler. 2 tane beşik, yürüteçler, emzirme koltuğu, alt değiştirme ünitesi vs var. Nevresimler 2 günde bir buharla temizleniyormuş. Besleme işine girmiyorlar, herhangi bir tehlikeyle karşılaşmamalı için. Oyuncaklar vs Kağan'ın çok ilgisini çekti. Onu bırakıp salondan kamerayla da izleyebiliyorum, daha ne olsun:)
Tekrar pilates yapmak çok güzel de, alt karın kaslarımın tamamen yok olduğu gerçeğiyle yüzleşmek kötü oldu... Ehh artık çok çalışmam lazım..
Hayatımın en güzel 6 ayını geride bıraktım. Kendimle de oğlumla da kocamla da gurur duyuyorum! Daha nice 6 aylara :)

19 Kasım 2013 Salı

Sünnet

Malum, erkek çocuk olunca sünnet de düşünülmesi gereken bir ayrıntı oluyor. Sünnet düğünlerini hayatım boyunca anlayamamışımdır. Insan oğlunun sünnet derisinin kesilmesini neden göbek atarak kutlar ki?
Oğlumuz olacağını öğrendikten sonra sünnet konusu açılınca Cihan'a korku dolu gözlerle bakmıştım. O da bana aynı şekilde bakmıştı. Ilk o "Bizde sünnet düğünü yapılmaz" dedi. İçimden nasıl "Ohh" dedim anlatamam:) Kararımızı vermiştik, yapılabilecek en erken zamanda bu işi bitirecektik.
Sağlık bakımından sünnet çok yararlı birşey. 1 yaşından küçük erkek bebeklerde idrar yolu enfeksiyonu sıklığını azaltır. Ilerleyen yaşlarda da cinsel yolla bulaşan hastalık sıklığını azaltır. Bu yüzden de erken yaptırmak istiyordum.
Kağan'ın 1.ay kontrolü sırasında doktorumuza sünnet konusunu sorduk ve bize çocuk cerrahiye yönlendirdiler. Kapıda beklerken sınıf arkadaşlarımın birinin çocuk cerrahide olduğunu hatırladım. "Ama herhalde poliklinikte değildir" dedim Cihan'a. Sonra içeri girdik ve arkadaşım Ergun oradaydı. Önce çocuğumun olmasından dolayı ufak bir şok geçirdi, ne de olsa daha 1,5 yıl önce mezun olmuştuk bu ne aceleydi! Daha sonra sohbet etmeye ve muayeneye başladı. "İstediğin gün alalım, yaşı çok uygun" dedi ve çarşambada karar kıldık. Bir gün önce grip açısından bir kontrole gelecektik ve sonrasında ameliyata alınacaktı.
Salı günü gidip muayene olduk, dosyamızı açtırdık, ertesi gün gereken ilaçları aldık. Ertesi sabah 7buçukta servisteydik. Servise girer girmez intörnlük günlerime geri döndüm, kucağımda Kağan olmasıysa içimde büyük bir sıkıntıya yol açıyordu. Yanlış yerdeydik, oğlumun burada ne işi vardı? Nasıl bırakacaktım ameliyathanede? Acaba ben de mi girsem? "Hayır Betül saçmalama kendine gel. Sadece sünnet, en fazla 20 dk sürecek belki anestezi bile almayacak" diye sakinleştirmeye çalıştım kendimi. Olmuyordu, gitmek istiyordum oradan. O koridorda kaç kez vazgeçmeyi düşündüm..
Belki anestezi gerekebilir diye Ergun gece 4ten sonra besleme demişti. Bu yüzden bir yandan da Kağan uyanmasın diye dua ediyordum. Uyanırsa aç olacaktı, aranacaktı ve aranmasına dayanamıyordum. En sonunda yatış işlemlerini bitiren Cihan koridorda göründü. Hemen arkasından çocuk cerrahi uzmanı ve asistanları visite başladılar. İşlerini yaparken o kadar eğleniyorlardı ki... Her girdikleri odadan çocuk kahkahaları geliyordu. O visitleri hatırlayınca kendi kendime gülümsedim. Onlar visite bitirip ameliyathaneye yönelince personel ameliyata girecek çocuk isimlerini okumaya başladı. "Çocukları soyup benimle gelin" dedi. Kağan'ı soyarken doğal olarak uyandı. Ben de kucağıma alıp yürümeye başlayınca ağzını yüzüme sürüp aranmaya başladı. Ameliyathanede biraz bekledikten sonra ilk Kağan'ın adını söylediler onu ameliyathane görevlilerine verirken açlıktan ağlamaya başlamıştı bile. Onu bırakınca aşağı indim. Cihan ve Dilek annem odadaydı. Cihan'ı görür görmez ağlamaya başladım. Kağan 20 dakika sonra yanıma gelene kadar ağladım. Bu aslında çok saçmaydı. Sünnetin nasıl bir ameliyat olduğunu biliyordum ama onu kucağımdan almaları çok dokunmuştu. Canı acır mıydı acaba? Anestezi verecekler miydi? Sonra üst kattan bir ağlama sesi duydum. "Kağan'ı getiriyorlar" dedim. Cihan güldü, "belki başka bebek" dedi. "Hayır Kağan" dememden 1 dk sonra Kağan odadaydı. Çok açtı ama anestezi aldığı için 1 saat beslememem gerekiyordu. Ağzına emzik verdik ve uyudu. 1 saat sonra emzirdim, biraz bekledik. Kağan kusmayınca taburcu olmamıza karar verildi. Saat 11de evimizdeydik. Kağan da ben de uyumaya başladık. Ağlama sesiyle uyandım. Kağan ilk çişini yapmıştı :) canım yavrum bir daha hiç ağlamadı sünnet yüzünden. Ilk idrarları birlikte pansumanı çıktı. Ilk 2 gün ağrısı olmasın diye fitil verdik. Günde 3 kez ılık oturma banyosu yaptırdık.1 hafta içinde yarası iyileşmişti bile...

13 Kasım 2013 Çarşamba

Ilk 40 gün: Gaz sancısı

Aslında gaz sancısı 40 gün sürmüyor, 3 ay sürüyor. O 3 ay boyunca çok şey öğreniyorsunuz. 40 günün içinde yazmamın sebebi daha sonradan hayatınızın bir parçası olması. Alışıyorsunuz yani. Ama ilk günler tam bir kabus oluyor.
Daha önce de dediğim gibi gaz sancısı doğal birşey. Buna ilk başlarda inanmakta zorlanacaksınız. "Bebeğimin bu kadar ağlaması nasıl normal oluyor?" diyeceksiniz. Çünkü çocuklar sanki kollarını kesiyormuşsunuz gibi ağlıyor. Sürekli aynı tonda en az 2 saat ağladığını düşünün. Bir de lohusa halinizle resmen depresyona giriyorsunuz.
Benim anne olmadan önce gaz sancısıyla tanışmışlığım vardı. Bingöl'de mecburi hizmetimi yaparken bir aile gelmişti. Bebeğin dedesi bebeği resmen önüme atmıştı. Dünden beri ağlıyor demişti. "Nesi var? " dedim. "Ben ne bileyim" diye bağırmıştı. Arkasındaki anne hüngür hüngür ağlıyordu. Ben bebeğin kanıyla oynadım biraz muayene etmek için, çok sertti. Daha sonra film için üst kata gönderdim. Film sırası beklerken zavallı bebek susup uyumuş bile. Geldiklerinde anne sakinleşmiş, dede de özür diliyordu. Annenin ağlaması bana çok garip gelmişti alt tarafı gaz sancısıydı canım.
Doktorlar için gaz sancısı tipiktir. Aile çok paniktir ama bebek size geldiğinde gülücükler atıyordur ya da mışıl mışıl uyuyordur. Neden? Çünkü arabaya binmiştir :)
Gaz sancısıyla tanıştığımız ilk gece saat 3te Kağan ağlarken bir anda kendimi çok çaresiz hissettim. Kağan kucağımda, onu pışpışlayıp odada volta atıyordum. Bebeğim çok küçüktü, acı çekiyordu bense hiçbirşey yapamıyordum. Kağanla beraber ben de ağlamaya başladım. O anda Bingöl'deki o anneyi çok iyi anladım.
Biz tipik olarak gece 12.00-04.00 arası gaz sancısı yaşıyorduk. Bütün gündüz mışıl mışıl uyuyan, gıkı çıkmayan, itirazsız emen bebeğim gece 12.00'de kişilik değiştiriyor, bambaşka biri oluyordu. Uyumuyor, emmiyor, sürekli ağlıyordu.Kırkı çıktıktan sonra bu kriz saatleri daha erkene çekildi (Ramazan'da iftar vakti oluyordu mesela). 4.ayda da tamamen kayboldu.
Burada size en büyük tavsiyem bu sancılarla tek başınıza uğraşmaya çabalamayın. Unutmayın siz lohusasınız. Hem fiziksel olarak hem de duygusal olarak size büyük bir yük olacak.  Lütfen işin içine eşlerinizi katın. Bebeğiniz doğduğundan itibaren babasının kucağına verin. 1-2 gözlemden sonra yalnız bırakmaya çalışın onları, aralarındaki iletişimi destekleyin. Babasının bebeğe bilerek asla zarar vermeyeceğini, birkaç kaza olsa bile (ki olmaz) gözardı edilebileceğini unutmayın. İçinizden "Onu öyle yapma, yumuşak davran, başını tutmuyorsun" demek geçse de ya içinizden deyin ya da yumuşak söyleyin. Eğer babaları bebeklerden uzak tutarsanız sizi her konuda yalnız bırakabilirler (ki haklılar). Benim eşim bana çok yardımcı oldu. Çalışmasına rağmen gece 2'ye kadar, bazen 4'e kadar bizimle oturuyordu. Yaptıkları benim yaptıklarımdan çok işe yarıyordu desem yalan olmaz:)
En başta bana bu videoyu gönderdi. Biz Kağan'a 2 ay boyunca bu yöntemleri uyguladık. 2.ayda bir mucize keşfettik, fön makinası:) Sesi duyan Kağan 2 dakikada mışıl mışıl uyumaya başlıyordu. Şimdi, gaz sancısıyla başrtme yollarını en işe yarayandan başlayarak listeleyelim:
- Arabayla dolaştırmak
- Fön makinası
- Beyaz gürültü
- Kimyonlu rezene çayı
- Mesaj vs.
Bir de benim denemediğim elektrikli süpürge var.
Kağan'ın gaz sancıları çok şiddetli değildi. Bir de kolik denen bir olay var, bebekler gaz sancısını çok şiddetli yaşıyorlar, ağrı eşikleri çok düşük. Allah o bebeklerin annesine yardım etsin diyorum. Kolik olan bebekleri sallamayı öneriyorlar. Ben Kağan'ı hiç sallamadım.
Biz ilk başlarda rezene çayı veriyorduk. Daha sonra yakınlarımızdan birinin önerisiyle Kimyonlu rezene çayını denedik. Kağan'ın nasıl sakinleştiğini gözümle gördüm. Bu yüzden aldım hemen. Fakat Kağan tadını hiç sevmiyordu bir de hergün verirseniz etkisini kaybediyor, aklınızda olsun.

11 Kasım 2013 Pazartesi

Ilk 40 gün: Beslenme

Büyüklerimizin "40ın çıkması"nı kutladığı kadar var. Çok ilginç, bir o kadar da zor bir dönem ilk 40 gün. Kendi "hamilelikten çıkmış, yeni anne" vücudunuza, çocuğunuza, yeni hayatınıza, uyku bölünmelerinize, eşinizin babalık çabalarına alıştığınız çok özel bir dönem. Size tavsiyem bu dönemi tek başınıza atlatmaya çalışmayın. Sezeryan veya normal doğum, yanınızda bir büyük olmalı. Bebeğin içinden çıkılmaz hallerine, sizin depresyonlarınıza ve yemek yapma sorununa çok güzel çözümler getiriyorlar. Ama her dediklerini de dinlememek lazım tabi:)
"Ye kızım süt olsun"
Açıkara ilk 40 gün en çok duyacağınız cümle. Sakın! Ilk 40 gün 20 kilo veren biri olarak sizi temin ederim ki sütün yemekle bir alakası yok. Peki neyle alakası var? En önemlisi genetiğinizle. Eveeeet, annenize sizi büyütürken sütünün nasıl olduğunu sorma zamanı:) Yaşadıklarıma ve gözlemlerime göre siz de annenizin aynısı olacaksınız. Daha sonra önemli olan yedikleriniz değil, içtikleriniz. Mutlaka günde en az 3 litre su içmeniz gerekiyor. Çok çok önemli bir ayrıntı. Bu esnada bol bol protein tüketmeniz gerekiyor. Çok az karbonhidrat yemelisiniz çünkü bu dönem hamilelikte aldığınız kiloları yavaş yavaş verme vakti! Diyet yapmadan kolayca verebilirsiniz çünkü doğanız da böyle istiyor. Vücudunuz süt yapabilmek için ekstra kalori harcar hergün. Peynir, süt, yumurta, bonfile, tavuk hem süt üretiminize yardımcı olur hem de yiyerek kilo vermenize (inanın bu konuda çok araştırma yaptım). 
"Sakın yeme gaz yapar"
Evet siz ne yerseniz çocuğunuz da onu yiyor. Ama büyüklerimiz bu konuyu biraz abartıyor. Bana yaz günü meyve bile yedirmiyorlardı gaz olur diye. En çok ihtiyacım olan dönemde süt bile içemedim. Çocuk doktoru olan arkadaşıma göre çikolata, baharatlı yiyecekler ve gazlı içecekler dışında bebekte gaz yaptığı kanıtlanan bir yiyecek yokmuş. Bana bakla bile yiyebilirsin demişti. Bebeklerde zaten gaz olur. Dışarıya alışma sürecinin bir parçası bu. Çocuğum gaz sancısı yüzünden sürekli ağladığı için zaten moralim bozukken "Bak meyve yedin, böyle oldu" diyenler bile vardı... Kendimi nasıl suçlu hissedip ağladığımı hiç unutamıyorum, siz böyle şeyler yapmayın:)
Bunların yanında hazır meyve suları içmemeye dikkat ettim. Ayrıca çay ve kahve süt üretimini bozduğu için günde en farkla 1 bardak içtim. Tarçın sevmediğim için lohusa şerbetini de çok içemiyordum ve tatlı da yememeye dikkat ediyordum. Bu yüzden annemler çok tepki gösterdiler. Onları daha fazla kırmamak için kahvaltıda blenderdan geçmiş meyve kompostosu içiyordum. Hem doğal hem güzel bir lezzetti.
"Dünyanın en büyük mutluluğu" 
Ne olursa olsun bıkmadan, usanmadan, tekrar tekrar denemeniz gerekse bile bebeğinizi emzirmeye özen gösterin. Sizden alabileceği en büyük nimet bu. Bütün iç organları anne sütü almak için hazırlanmışlar. Bütün refleksleri emmek için hazırlanmış. Ve en güzeli size hissettirdiği duygu olacak. Düşünsenize kokunuzu aldığı an emmek için memenize yönelecek. O çıkardığı sesler, emerken aldığı zevk, onu doyurmanın verdiği haz inanılmaz. Eğer bebeğiniz doymazsa mama vermeniz gerekebilir. O zaman da ilk günlerde biberon kullanmamanızı öneririm. Bebek emmeden ağzına mama akıttığı için ve emmek efor gerektirdiği için bebekler biberona alışıp anne memesini almayabiliyorlar. Tabi ki doktorunuzun önerisi çok önemli. Biz doktorumuzun önerisiyle Kağan'a enjektörle mama verdik. Enjektörü çok tatlı emiyordu:) Peki emzik? Emzik şu anda önerilen birşey çünkü araştırmalara göre bebeğin sürekli nefes almasını sağladığı için ani bebek ölümü riskini çok azaltıyormuş. Deneyimlerime göre de annenin yükünü çok azaltan ve bebeği çok sakinleştiren birşey emzik. Açıkçası ben başta Kağan'ın emzik kullanmasını hiç istememiştim. Babasının ısrarlarıyla vermiştik Kağan'a. Ne kadar erken verirseniz o kadar kolay alışıyorlarmış emziğe aklınızda olsun :)
Ben "Yalnızca anne sütü" kavramını çok benimsemiştim. Mayıs'ta doğan oğluma bütün yaz 1 damla su vermedim. Oğlum suyun tadına baktığında 5 aylıktı. Yani sütünüzde bebeğinizin ihtiyacı olan ne varsa herşey mevcut, endişelenmeyin. Peki su versek ne olacak? dediğinizi duyar gibiyim. Birşey olmayacak tabi ki ama hem gerek yok hem de o su midesini doldurduğu için sütünüzü daha az alacak. Anne sütü çok değerli, unutmayın.

9 Kasım 2013 Cumartesi

Bu satırlar oğlum için...

5 ay boyunca çok şey yaşadık beraber. Yanından 2 saatliğine bile ayrıldığımda 2 saat boyunca senden bahsediyor, deli gibi özlüyordum. Seninle ilgilenmek, büyümeni izlemek, kokunu duymak,beraber uyumak, oyun oynamak dünyanın en güzel şeyi olsa da yavaş yavaş ayrılma zamanımız geliyordu. Önce ben haftada 2 gün derse gitmeye başladım 1 saat. Sonra bakıcımız işe gelmeye başladı ve yavaş bir geçiş dönemine girdik. İyi ki böyle olmuş yoksa senden ayrılmak çok daha zor olurdu...
Hep böyle gülelim :)

Evet, en başlarda bebek sahibi olmak bana çok ağır bir sorumluluk gibi gelmişti, çok korkmuştum. Hayatta kimse bana çocuğunu 1 saatliğine bile emanet etmemişti. Daha çok erkendi, yapacak çok şeyim vardı. Sonra sen geldin ve ben neden yaşadığımı anladım. İnan bana senden öncesini hatırlamıyorum. Anneliği nasıl tarif edebilirim bilmiyorum ama seni ilk kucağıma aldığımda, kokunu içime çektiğimde hayatım değişti. Şunu anladım ki önemli olan birşeyleri yapmak, başarmak, bir yerleri gezmek değil. Bunları Cihan ve seninle yapmak. Her gülüşünle, çıkardığın seslerle yeniden, yeniden hayran oldum sana, bu nasıl bir mucize bilmiyorum.
Bana çok şey öğrettin. En başta artık herşeyi başarabileceğimi biliyorum ben. İstenince yapılamayacak şey olmadığını senin uykunu düzenlemeye çalışırken öğrendim. Hayatın mucizelerle dolu olduğunu seni kucağıma aldığımda parmaklarını sayarken, dünyadaki en büyük mutluluğu seni her emzirdiğimde anladım. Ve geçirdiğimiz her günde yeni şeyler öğreneceğimi de çok iyi biliyorum. Sana şimdiden herşey için çok teşekkür ederim. Öncelikle bu kadarcıkken bile beni anlayabildiğin ve ben sitoloji tararken kendi kendine oynadığın için.
Gaz sancısı çektiğin dönemde benim kucağıma geldiğinde susmuyordun. Orada çok zorlanmıştım. Kendime çok kızmıştım. Benimle ilgili bir sorun olduğunu düşünmüştüm. Ama geçtiğinde, başbaşa kaldığımızda seninle olmak çok güzeldi, bana alışman, sürekli bana gülmen..
Sonra birgün işe başladım. Seni bırakıp giderken bana ve babana güldün. İyi ki güldün, ağlasaydın napardım bilmiyorum. Bütün gün aklımdan çıkmadın, sonraki gün de, sonraki gün de.. Akşam olduğunda sana gelmek dışında hiçbirşeyi düşünemez oldum.. İşleri bitirmek için o kadar acele ediyordum ki biyopsileri karıştırmışım... Pazartesi günü kıyamet kopacak. Sonra eve geldim, sen uyuyordun. Uyandığında yatağının başında uyanmanı bekliyordum, bana baktın ve güldün.. İşte o an kendimi o kadar suçlu hissettim ki. Hemen kucağıma aldım seni. Kokunu aldığımda gözümden ilk yaş inmişti bile. Öptüm, öptüm, oturdum oynadım seninle. İşlerim vardı, olsun, gece uyumazdım gerekirse.. Ertesi gün işe giderken en azından başıma neler geleceğini biliyordum. İş yerinde saat 11 gibi salondaki kameraya bağlandım uyuyor musun diye bakmak için yerde, oyun battaniyenin üzerindeydin, yanında bakıcın yoktu. Oynuyordun kendi kendine. Beynimden vurulmuşa döndüm. Neredeydi bu kadın? Arasa mıydım acaba? Ne yapıyor olabilirdi ki? Öğle arası hemen bi gitsem mi, şimdi mi gitsem? Oğlum oradayken benim burada ne işim var? İstifa mı etsem? Şimdi bakınca çok komik görünüyor ama bunların hepsi aklımdan elimde olmadan 1 saniyede geçti. Neyse ki 1 dakika sonra kadın elinde yoğurt kabıyla salona girdi. Aaa sana yemek hazırlıyormuş, ohhh :) Sonra her baktığımda yanındaydı, başındaydı, böylece ben de çalışabildim. Akşam geldiğimde herşey daha kolay oldu. Giderek alışacaksın, o da alışacak. İlk başlarda zor olur diyorlar. Belki haklılar bilmiyorum ama şunu bil seni bırakıp gideceğim hergün için kendimi çok suçlu hissediyorum ve senden çok özür diliyorum. Umarım büyüdüğünde herhangi bir şey için "Annem yanımda olsaydı böyle olmazdı" demezsin.
Şimdilik diyeceklerim bu kadar, gelelim kendime hatırlatmaya: Şu anda 5,5 aylıksın. Hala emeklemiyorsun, dişin çıkmadı. Ama ek gıdalara başladık. Bir yoğurt yeyişin var ki görmen lazım :) Gece uyandığında parmağını emerek uykuya dalıyorsun, çok şirin oluyor :)
Benim oğlum yoğurt yermiş! :)

1 Kasım 2013 Cuma

Sezeryanın getirdikleri, götürdükleri...

Herkesin aklındaki soruyu dillendirelim öncelikle; sezeryan mı normal doğum mu? Bu herkesin doktoruyla birlikte vermesi gereken bir karar. Ben hiç düşünmemiştim. Dediğim gibi öğrenciliğimden beri başka bir ihtimali göz önünde bulundurmamıştım.
Aklımdaki tek soru sezeryan sonrası karın sarkması durumuydu. Doktorum Nazlı'ya sorduğumda "saçmalama Betül sen de mi inanıyosun bunlara!" diye bir cevap aldım :) Ben de biliyorum, tamamen yapısal bir durum bu, aldığınız ve doğum sonrası verdiğiniz kilolara bağlı. Bu yönden sezeryan ve normal doğumun tek farkı sezeryan sırasında alt karın kaslarının kesiliyor olması. Toparlamak için biraz spor yapmanız gerekiyor. Onun dışında sezeryanın göbek yaptığı tam bir yalan. Ama tabi doğum sonrası "süt olsun" diye herşeyi yerseniz normal doğum yapsanız bile göbeğiniz çıkar.
Sezeryan ile doğum yapmış olmak beni çok zorlamadı. Yani "sonrası zor" diyorlar ya, evet zor. Ama hiç "Keşke normal doğum yapsaydım" demedim. Hoş zaten 4 kg doğan bebeğim sebebiyle normal doğum yapamazdım :)
Dediğim gibi doğumun ertesi günü gelenleri oturarak karşıladım, bebeğimi oturarak emzirdim. Biz Kağan'ın şekerinin düzenlenememesi sebebiyle 3 gün hastanede kaldık. Eve döndüğümüzde ilk işim duşa girmek oldu. Tertemiz hazırlanmış yatağıma girdim ama bir türlü yatamıyordum. Kalkarken ve yatarken dikiş yerlerim çok acıyordu. Tek başıma yatmaktan da çok sıkıldığım için sürekli ayaktaydım. Annemler çok kızıyordu ama yatmak gerçekten daha zordu benim için.
Eve geldiğimiz gün benden 5 ay önce doğum yapan arkadaşım Fatoş'la konuşurken korse giymemi tavsiye etti. O an korse giydiğimi düşünemiyordum, "Zaten ağrım var bir de sıksın mı yani" dedim. "Çok sıkmasına gerek yok, oldukça destek oluyor bir dene bak" dedi. Telefonu kapatır kapatmaz doğumdan öncesi alıp hazırladığım korseyi denemeye koyuldum. Gerçekten çok faydasını gördüm. Öksürürken, hapşururken, ayağa kalkarken çok iyi destek oldu bana.  24 saat sürekli giymemeye dikkat ediyordum. Dikişlerimin hava alması gerekiyordu bu yüzden geceleri çıkarıyordum. Bu şekilde 2 ay boyunca hep korse giydim. Hem de karnımın toparlanmasında büyük etkisi olduğunu düşünüyorum.
Bu arada 5 gün boyunca büyük tuvalete çıkamadım. En zorlandığım konu bu galiba. Tuvalete girmek sancı dolu bir işkenceydi.
Doğumdan 15 gün sonra bebeği evde bırakıp ilk kez dışarı çıktım. Cihan'la birlikte pazara gittik. Cihan arabayı park ederken ben de alışveriş yaptım, birkaç poşet taşıdım. Sakın yapmayın! O hafta boyunca dik duramadım, doğumda çekmediğim acıyı çektim.
"Sonrası zor" sezeryan, nolursa olsun 40 gün sürüyor. Sonra tamamen normal hayatınıza dönüyorsunuz. Ama yanınızda size yardımcı olan birileri mutlaka olmalı. Ben 40 günün sonunda tatile çıktım, 40 beden mayo bile giydim, etekliydi ama olsun :)

30 Ekim 2013 Çarşamba

20.05.2013 Öğle

Ameliyathaneden çıktığımda dışarıda beni tam bir kargaşa bekliyordu. Bizimkiler 10 kişi halinde ameliyathanenin önüne toplanmışlar ve 1 saat oradan ayrılmamışlar. Güvenlik görevlileri biraz zor durumda kalmış :)
Ben çıktığımda ağıtlar, kahkahalar vs. büyük bir duygu yoğunluğu yaşandı. Fakat bebeğim olmadan çıktığım için oldukça buruktu. Benim kafam rahattı ama herkes çok endişeliydi.
Odama çıktım ve çok şaşırdım. Öğrenciyken bu kata hiç gelmemiştim, hele VIP tarafına adım atmamıştım. Odaları bu kadar geniş, konforlu beklemiyordum. Odamın balkonu bile vardı. Ayrıca odamın 6 sene kaldığım yurt manzaralı olması da ilginçti tabi :)
Daha sonradan öğrendiğime göre Kağan doğduktan sonra Buğra Hülya'nın telefonuyla fotoğraflar çekmiş, bizimkilere göstermiş. Hatta Cihan'ı içeri bile almış. Bebeği neden getirmediklerini de herkese anlatmış, canım benim :)
Hemşirem geldi, tanıştık. Takibimi yaptı, ateşimi ölçtü. İlacımı verdi ve gitti. Zaten hala spinal anestezi etkisinde olduğum için hiç ağrı hissetmiyordum. Ağrım olduğunda belimdeki hortumla düzenli olarak ağrı kesici pompalanacaktı (epidural anestezi bu demek). Biraz uyumaya çalıştım ama ne mümkün :) Hem oldukça heyecanlıydım hem de endişeli. Hala Kağan'ı getirmiyorlardı 1 saat geçmişti. Keşke ayağa kalkabilseydim, gidip ne yaptıklarına bakabilirdim. Ama yine de o hastanedeki en şanslı hasta bendim. Oğlumun doktoru en yakın arkadaşımdı sonuçta. Hülya'yı aradım "Noluyor neden getirmiyosunuz oğlumu bana?" dedim kaşlarımı çatarak. "Betül Kağan ıslak akciğer oldu" dedi. "Evet bir aksilik olmasa şaşardım zaten!"
Islak akciğer yenidoğanlarda geçici olan bir durum. Genellikle sezeryan olan erkek bebeklerde görülür. Eğer erken doğumsa da görülme sıklığı artıyor. Normalde bebeklerin vücudu doğum yaklaştıkça strese girer. Vücutlarında stres hormonları salgılanır ve bu hormonlar akciğerleri de doğuma hazırlar. Normal doğum sırasında da bebeğin geçtiği yol çok dar olduğu için akciğerlerde o zamana kadar olan su mekanik etkiyle boşalır. Şimdi bir de Kağan'ı düşünelim.. Annesinin karnında bir o yana bir bu yana salınan, hayatından memnun olan, doğumuna daha en az 1 hafta olan Kağan'ı hayal edelim. Bir anda bir el kafasından tutup onu dışarıdaki oksijenle buluşturuyor. Akciğerleri hala su ile dolu olduğu için fazla hava alamıyor. Aldığı hava yetmediği için çok sık sık nefes alıyor ve oksijene ihtiyaç duyuyor. Geçici bir durum çünkü bu sıvı yavaş yavaş oradan emiliyor.
Kısa bir düşünme evresinden sonra Hülya'yı tekrar aradım. "Nolucak peki şimdi?" "Yenidoğandaki hocalarla konuştum yenidoğan yoğunbakıma getireceğiz, bir durumuna bakalım. Normalde bebekler akşama kadar burada kalıyor ama Kağan'ın durumu oldukça iyi daha çabuk toparlayacağını düşünüyorum" dedi. Yani akşama kadar bebeğimi göremeyecek miydim? "Peki odaya getiremez misiniz? Hem biraz beslerdim aç şimdi" dedim. "Mama veririz burada Betül oksijenden ayırınca morarıyor" dedi.
İlginç bir şekilde hala sakindim. Odada tam bir fırtına öncesi sessizlik vardı. Herkes benim ağzımdan çıkan bir söze, yüzümün alacağı şekle bakıyordu. Durumu açıkladım ve dünyanın en önemsiz hastalığını anlatıyormuş gibi görünmeye çok dikkat ettim. Bizim yoğunbakımın nasıl bir yer olduğunu, onların bugüne kadar özel hastanelerde gördüğü gibi camdan bir yer olmadığını, kimsenin içeri giremeyeceğini anlatmaya çalıştım. Sonrasında da normal davranmaya çalıştım. Saat başı arayıp Kağan'ın durumunu soruyordum. Giderek iyiye gidiyordu neyse ki.
Bu arada insanlar tebrik etmek için arıyorlardı. İşte odadaki sessizliği bozan kıvılcım o sırada çıktı. Ben dayımla konuşuyordum ve annelik hakkında söyledikleri duygulandırdı beni. Önce gözlerim doldu sonra ağlamaya başladım... Hopppaaa bir baktım odadaki tüm kadınlar ağlıyor, erkekler de napabiliriz derdine düşmüş, bir kargaşa başlamış. En son biri olaya el koydu (kim olduğunu hatırlamıyorum o kargaşada) "Oda çok kalabalık bir kısmımız eve gidelim, Betül de dinlensin" dedi. "Ohh ne güzel fikir" dedim içimden. Bu sefer de kimse gitmek istemiyordu. Bebek her an gelebilirdi sonuçta :) Anneannem, Merve, Şakir babam ve babam gönüllü oldular ve gittiler. Fakat eve gitmemişler, bana inanmayarak çocuk bölümüne gidip yoğunbakımı bulmuşlar:) Kapıda "Anne baba harici girilmez" yazınca da hemen Cihan'ı aramışlar.
Cihan yoğunbakıma gittiğinde Kağan makineye falan bağlı değilmiş, durumu da gayet iyiymiş. Hal böyle olunca Cihan'ın da ilk işi fotoğraf çekmek olmuş:)

Cihan Kağan'ı giydirmek için eşyalarını almaya odaya geldi. O gittikten sonra odayı görmeliydiniz. Herkes ayakta, "Hazır ol" vaziyetinde Kağan paşayı bekliyor :) Ben yatağımda sadece sesleri duyabiliyordum. Bu arada öğle arası olduğu için arkadaşlarımız da bizi yalnız bırakmamak için gelmişlerdi. Dilek annem asansörde karşılamış Cihan'ı hemen bebeği almış kucağına. 

Odaya geldiğinde, bebeği ilk gördüğümde Dilek annem yavaşlatılmış bir şekilde hareket ediyor gibi geldi. Neden koşmuyordu ki? Hemen kucağıma almak zorundaydım onu.. Bir türlü bana vermiyordu, neden vermiyordu ki.. Gözlerim dolmuştu.. En sonunda bebeğime kavuştum.. Allah'ım o anı anlatamam.. Minicik parmakları vardı, gözleri kapalıydı, yumuşacık bir cilt. Ben anne mi olmuştum? İlk parmaklarına dokundum "Allah'ım sana şükürler olsun!"dedim içimden. Kokladım, tekrar kokladım, tekrar tekrar...O nasıl bir güzellikti.. 

Sonra Cihan geldi yanıma, gözyaşlarımı sildi. "Neden ağlıyorsun, baksana oğlumuza!" diyerek öptü beni. Sonra yavaş yavaş çevreme bakmaya başladım. Odadaki herkes ağlıyordu. İyi ki öğle arası gelmişti, herkes görebilecekti. Arkadaşlarımız gördüler, tebrik edip gittiler. Sırayla herkes kucağına aldı Kağan'ı. Tamı tamına 4 kg gelmiş benim oğlum yenidoğan tartısında. 
Beşiğe konduğunda artık hiçbir sohbeti dinleyemediğimi farkettim. Dakika başı dönüp bebeğime bakmak zorunda gibiydim. O kadar güzeldi ki izlemekten kendimi alıkoyamıyordum. Rüya gibi, gerçek olamayacak kadar güzeldi. Normalde her ortamda gözleri Cihan'da olan ben Cihan'ın anlattıklarını bile dinleyemez hale geldim o gün :) 
Bebeğin kilolu olması her zaman iyi birşey değildi. Kağan'ın 4 kg gelmesinin sebebi de benim gebelik diyabetimdi. Kağan haftasına göre iri bir bebekti ve bunun sonuçları yönünden hazırlıklı olmak gerekiyordu. İlk emzirdiğimde sütüm geliyordu, defalarca kontrol ettik, fakat Kağan doymuyordu. Şekeri çok düşüktü bu yüzden de sürekli uyku halindeydi. Bir türlü uyandıramıyorduk. Bir süre şeker takibi yapıldıktan sonra mama takviyesi gerektiğine karar verildi. Mamayı da alan Kağan artık hiç uyanmaz oldu :) Hayatımızın en büyük uğraşı Kağan'ı uyandırmaya çalışmaktı artık. Sarsıyorduk, ellerini ayaklarını oynatıyorduk, gıdıklıyorduk bir türlü uyanmıyordu. En son Hülya'nın önerisiyle soyma yöntemine geçtik. Tek işe yarayan yöntem o oldu..
Bu arada epidural kataterim yüzünden sol ayağım tekrar uyuşmaya başlamıştı. Böyle birşey olmaması gerekiyordu. Ayşegül'ü aradım, sağolsun hemen geldi katateri biraz geriye çekti. Ciddi ağrım vardı ve bacağım hala uyuşuktu. Epidurale rağmen böyle ağrım varsa insanlar bu acıya nasıl dayanıyor diye merak ediyordum içimden. Ama aslında öyle değilmiş, gece makinenin içindeki ağrı kesici bittiğinde karar verdim. Epidural hayatımdan çıkınca ayağım da normale döndü, ağrılarım da. Aslında o kadar acımıyormuş. O gece kalktım, yürüdüm, üzerimi değiştirdim, sabah olduğunda bebeğimi oturarak emzirdim. Beni tek zorlayan şey göğüs ağrımdı. Karnım açıldığı için giren hava diyafram altında birikmiş, nefes alırken batıcı tarzda şiddetli bir ağrıya yol açıyordu. Bu yüzden 2 ağrı kesici iğne vuruldum ve gece rahat bir uyku çektim. 
Sabah olduğunda canım kocam Kağan'a bakmadan gelip beni öptü, nasıl olduğumu sordu. Şakayla karışık "Ben bu bebeği hiç özlemedim, karımı çok özledim" dedi. O an içime büyük bir sevgi doldu. Böyle söylediği için hala minnettarım ona. Belki de bu cümle sayesinde Kağan'ı büyütürken onu hiç incitmemeye, ihmal etmemeye elimden geldiği kadar çok dikkat ettim...

27 Ekim 2013 Pazar

20.05.2013 Sabahı

Sizlere bir kadının hayatındaki en önemli günlerden birini anlatmak üzereyim. Bütün hamileliğim boyunca bugünün hayalini kurmuştum. Sonunda oğlumla aynı bedeni paylaşmayacaktık, ohh bee hamilelikten, ödemlerden kurtulacaktım, hayatım boyunca bir daha sağıma yatmayacaktım, artık nefes alabilecektim vee burnum akmayacaktı :))) Evet yanlış duymadınız ben bütün hamileliğim boyunca hamileliğimin biteceği günü hayal etmiştim ama tüm kadınlar gibi romantik bir şekilde değil :) Doğumumdan 1 gün sonrasını ise hiç düşünmemiştim, ne hissedeceğimi de. Bilmiyorum, hayal bile edemiyordum çünkü.
Öğrenciliğimden itibaren "Ben asla normal doğum yapmam" kararım katiydi ve karşı çıkan herkesi "Bu benim kararım" diyerek püskürtmüştüm. Bu yüzden Kağan'ın doğacağı günü seçme özgürlüğüne sahiptik. Cihan'ın doğum günü 18 mayıs. Hamileliğim boyunca o tarihi düşünmüştük fakat hoca çok erken olduğunu düşündüğünden 20 mayısa ikna olduk :)
18 mayıs sabahı annemler geldiler. Akşam da Dilek annemler. Bizim 2 kişilik evimize 3 aile sığdık o gece :) Atalarımızın "Bin dost sığmış, bir düşman sığmamış" sözünü o gün anladım. Hep iyi günlerimiz olsun, hep beraber olalım :) 19 mayıs günü de Zeynepler geldi. Sağolsun Zeynep'in eşi Bekir fotoğraf makinasıyla gelmişti. Bütün evi, bizleri son gün anısı olarak ölümsüzleştirdi. Daha sonra hep beraber Cihan'ın 1 gün geçmiş doğum gününü kutladık.
Ailemizin 2 kişilik son günü, yarım dünya ben :)

Sabah olduğundaysa Cihan bütün gece uyumuş, ben 1 sn bile gözümü kırpmamıştım. Nefes alamıyordum, çok heyecanlıydım, çok merak ediyordum ve midem inanılmaz yanıyordu. Sabah su bile içemeyeceğimden, birşeyler yiyip uyumayı seçerek hayatımın en büyük hatasını yapmıştım. Sabah uyandık, giyindim vee uzun bir aradan sonra kustum. Bütün gece stresten yanan midem rahatladı, artık gidebilirdik. 
Bütün hamileliğim boyunca takibimi yapan canım arkadaşım Nazlı o gece nöbetçiydi zaten direk yanına gidecektim. "Ben geldiiimm.." diye neşe içinde girdim doğumhaneye. Cihan arabayı park ediyordu. Annemler de dışarıdaydı. Nazlı'yı öptüm. Doğum katının o ayki asistanı, daha önce de beraber çalıştığım Egemen Abi beni görür görmez Nazlı'ya dönüp "Betül'ü hemen hazırlıyorsun, ilk ameliyat olacak. Sınav var 9'da Cem hoca sınava yetişecek" dedi ve hummalı bir çalışma başladı. Cihan'ı aradım hemen, kapının önündelermiş. Çıkıp onları öptüm. O gün Ankara tıp benim için çalışıyordu. Çocuk doktorumuz Hülya'yı arayıp "Ben doğuruyorum kooooşşş!" diyerek yatağından kaldırdım. Anestezi doktorum Ayşegül o gün ameliyathaneye doktor olarak değil benim arkadaşım olarak koştu :) O ameliyathanede beni yalnız bırakmadıkları için o kadar minnettarım ki onlara.. 
Sonuç olarak saat 7.50'de, heyecandan 150/100 olmuş tansiyonla ameliyathaneye girdim. Ameliyat 8.00de başladı. Anne adaylarımız için ayrıntıya girelim şimdi :)
Sezeryanım spinal+epidural anestezi ile oldu. Önce belime lidokain (lokal anestezik) yapıldı. Ben otururken büyük bir iğneyle belimdeki kemiklerin arasından omuriliğime ulaştılar. O iğneyi daha önce defalarca görmüştüm ama ilk defa bu kadar büyük geldi. Çok korktum. Ayşegül'e döndüm "Çok acıyacak mı?" dedim. "Merak etme canım acımayacak" dedi. Elimi tuttu ve gerçekten acımadı. Sonra bacaklarım karıncalanmaya başladı ve bir ağırlık hissettim. Beni yatırdılar, artık ayaklarımı hareket ettiremiyordum. Dokunmaları hissediyor muyum diye test ettiler ve sondamı taktılar (spinal anestezi olduğum için doğum sonrası bir süre yürüyemeyecektim bu yüzden sonda mecburiydi). Gerçekten hiçbirşey hissetmedim. Cem hoca geldi, hal hatır sordu, beni rahatlattı ve o sözcüğü söyledi: "Bistüri! 
Sonrasında bir süreyi hiç hatırlamıyorum. Bunun iki sebebi olabilir: Birincisi bütün gece uyumamıştım gerçekten çok uykum vardı, içim geçmiş olabilir. İkincisi ve daha muhtemel sebep de 150/100 tansiyonu gören anestezi doktorum tansiyonumu düşürme gereksinimi hissetti ve bana ilaç verdi. Büyük tansiyonum 120 olduğunda ben kusmaya başladım. Bu durumu stresime bağlayan anestezi doktorum sakinleşmem için biraz sakinleştirici verdi. Kaburgalarımda bir acıyla kendime geldim. Birşeyler hareket ediyordu ve Cem hocanın sesi: "Betül bak!" 
Bebeği çıkarmış havada tutuyordu. Bebek biraz mor muydu? "Allah'ım lütfen ağlasın!" diye düşündüm ve ağlama sesini duydum. O an gözlerimi kapattım ve dua ettim "Allah'ım bütün isteyenler çocuk sahibi olsun!". Hoca bebeği görevliye verdi, görevli de Hülya'ya götürdü. Saate baktım: 08:35. Kağan'ın yükselen burcu yengeç olmuştu. 
Hülya'nın yapacaklarını ezbere biliyordum. Bebeği kurulayacaktı (üşümesin diye), haya yolunu açacaktı. Burun delikleri açık mı diye kontrol edecekti. Kalbini dinleyecekti, solunumunu sayacaktı. Gözlerine antibiyotik damlatıp (Bebek anneden kapması muhtamel mikroplardan korunsun diye) bacağına K vitamini vuracaktı. Göbek kordonunu kısaltacaktı ve giydirip bana getirecekti. 
Ayşegül de bebekle birlikte gitmişti neyse ki. Gelince "Bebeğine talibim Betül kocaman dudakları var aşık oldum galiba" dedi. Güldüm "İyi mi?" dedim "Merak etme" dedi. 
Ameliyat tam hız devam ediyordu. Geri kalan bölümde eğlenmiş bile olabilirim. En son sıra cilt dikmeye geldiğinde Cem Hoca sahneyi Egemen abiye bırakarak gitti. 
İyice endişelenmeye başlamıştım Kağan'ı hala yanıma getirmemişlerdi. Ayşegül'e dönüp "Bir Hülya'ya baksana" dedim. Gitti bakıp geldi, beni endişelendirmemek için "Giydiriyorlar" dedi ve ben inandım. 
Egemen Abi şakalaşmaya başlamıştı: "Eee Betül cildi nasıl dikeyim? Biraz yamultsam mı acaba? Dün doğum günümü kutlamadın zaten". "Abi gördüm de bugün nasıl olsa ameliyathanede beraberiz dedim yaa sahi dikmeden yağları alsana". Ve gülüşmeler... 
Saat 9da ameliyat bitmişti. Sezeryanın en çok bu yönünü seviyorum. Normal doğumda sancılarınız başlar, hastaneye gidersiniz. Kaç saat süreceğini, ne kadar sancı çekeceğinizi bilemezsiniz. İlk doğumunu yapan anneler ortalama 10-12 saat sonra bebeklerini kucaklarına alırlar. Sezeryan yapan bense hastaneye gittikten 1 saat sonra bebeğimi görmüştüm. Kucağıma alamamıştım o başka...
Beni sedyeyle koridordan geçirirlerken yenidoğan odasını, Buğra'yı gördüm, seslendim. Hemen yanıma geldi, nasıl olduğumu sordu. Sonra "Betülcüm Kağan biraz yanımızda kalacak. Biraz fazla nefes alıyor, oksijene bağlı şu anda, Hülya ilgileniyor" dedi. Hülya'ya ve hocalarıma o kadar güveniyordum ki.. "Peki napalım olsun, ben de biraz uyurum" dedim. 

23 Ekim 2013 Çarşamba

Kağan'a hazırlık-2

Mobilyalar bitince diğer birçok şeyi Dilek annemle aldık. İlk başta anne yanı yatağı istemiyordum fakat gerekli olduğuna ikna oldum. Cihan'la birlikte "Nasıl olsa 3 ay kullanacağız kullanılışlı ve ucuz olsun" düşüncesiyle aldığımız casual marka 50x100cm boyutlarda yatağı malesef düşündüğümüz gibi kullanamadık. Çünkü Kağan'ın uyanıp uyanmadığını görmek için her seferinde kalkmak zorunda kalıyordum. Bizim yatağımız çok alçak olduğu için kafamı uzatamıyordum. Her kalkışta da çok ağrım oluyordu. Bu yüzden eve gelişimizin ertesi günü canım kocam gidip Zara home'da beğerndiğimiz mükemmel yatağı aldı. Artık bebeğim yanımda yatıyormuş gibiydi. Anne yanı yatağı alırken buna dikket etmenizi öneririm. Aldığımız casual yatağı da seyahatlerimizde çok rahat kullandık. Katlanınca küçücük olduğu için çok rahat taşınıyor.
Gündelik olarak kullanmak için ana kucağı aldık. 3 kademeli olarak kullanılabiliyor. En güzel kullandığım ürünlerden biriydi, çok tavsiye ederim. Gündüzleri salonda bu ana kucağında uyuttum oğlumu. Böylece gündelik seslere de alışmış oldu, ben de yatak odasına kapalı kalmadım.
Dünyanın en önemli buluşu emzirme minderi olmalı! Bunlardan mothercarede de var ama ben myceyi öneriyorum çok daha ucuz çünkü:) Bize Zeynep almıştı hediye olarak, çok kullanılışlı.
Ve gelelim bebek arabasına... Biz çok arada kaldık. Bu gerçekten çok zor bir karar bence. İlk başta kraftı çok beğenmiştik. Daha sonra açılıp kapanması daha kolay olan ve daha az yer kaplayan casualda karar kıldık. Ama yani bebek arabası çok geniş bir konu. Düğmeyle otomatik açılıp kapananlar bile var :)
Bebişimizin kıyafetleri için bütün aile seferber olmuştu. Biz en çok marks and spencer, H&M ve mothercareden alışveriş yaptık. Ama size tavsiyem çok fazla kıyafet almayın. Çünkü sağolsunlar bebek görmeye gelen misafirler elleri boş gelmiyorlar. Kağan'ın hiç giymediği küçülmüş kıyafetleri bile vardı.
Çalışan bir anne adayıysanız süt sağma makinesine de ihtiyaç duyacaksınız. Ben avent olanı aldım. Tek başlıklı olandan. Memnun sayılırım idare eder :)
Son olarak Kağan doğduktan sonra aldığımız ve kullanmaktan çok mutlu olduğum birkaç şey paylaşmak istiyorum.
Bebeğiniz doğduğu ilk zamanlarda oyuncaklara hiç ilgi göstermeyecektir. Fakat büyüdükçe gelişimi, el-göz koordinasyonu için oyuncaklara ihtiyaç duyacaksınız. Biz de bu doğrultuda bebeğimize oyun halısı aldık. Aldığımız en ucuzuydu ve çok memnunuz. Kolayca katlayıp gittiğimiz heryere götürebiliyoruz.
Ek gıdaya başladığınızda tüm uzmanlar bebeğinize ait bir mama sandalyesi olmasını öneriyorlar. Biz mamas papastan aldık. Yuvarlak sehpamız olduğu için çok kolay kullanabiliyoruz. Ayrıca oldukça güvenli, kayıp devrilme riski yok. Küçük olduğu için de az yer kaplıyor.
Aktaracaklarım şimdilik bu kadar, sevgiler :)

22 Ekim 2013 Salı

Kağan'a hazırlık-1

Ben biraz batıl inanç sahibi bir insanım. Doğduğum ve büyüdüğüm yerde bebeklere 7.aydan önce birşey alınmaz. Bu hareketin bebeğin başına birşey gelmesini önlediğine inanılır. Bu yüzden ben kendim bebeğime 7.aydan önce birşey almadım. Çevremdekilerin almasını da önlemeye çalıştım, başarılı olabildim mi, o tartışılır :)
Hamileliğimin 4.ayında ziyarete gittiğimiz sırada Zeynep teyzesinin bizi zorla Mothercare'e sokması sonucu Kağan'ın ilk kıyafetleri alındı. Zeynep, Bekir, Gülşah ve Şakir babam, benim "Yapmayın, etmeyin" laflarım arasında ilk hediyelerini aldılar.Henüz cinsiyetini bile bilmiyorduk. O yüzden aldıkları şeyler hep sarı :)

Daha sonra aslında iki kişilik olan 3+1 evimizde Kağan için yer açmaya başladık. Odasını boşaltmakla başladık işe. Biz çalışan anne ve baba olarak kendimize "Çalışma odası" düşünmüştük ama o çalışma odamız 1 yıl bile yaşayamadı :) Benim kırmızı perdeli, kırmızı elma avizeli odam artık Kağan'ındı.
Cihan hazırlıklar için inanılmaz heyecanlıydı. Bebeğin erkek olduğunu öğrendikten sonraki haftasonu kendimi mobilyacıda bulmuştum bile... "Ne olacak canım fikir ediniyoruz" demişti canım kocam. Allah'ım ne kadar çok çeşit vardı. Anne yanı sepetleri, büyüyebilen karyolalar, sabit karyolalar, nevresimler, oda takımları vs. Bizim öncelikle küçük bir odamız vardı. Neye ihtiyacımız vardı, odamıza neyi sığdırabilirdik, neler daha kullanılışlı olurdu? Elimizde bir metre odanın ölçüsünü aldık önce. Büyüyen karyolaların odamıza sığamayacağını farkettik. Çok yer kaplıyorlardı. Eğer onu alırsak bebeğimizin dolabı olmayacaktı. Biz de klasik 2-3 yaşına kadar kullanabileceğimiz bir beşik almaya karar verdik. Zaten kiracıydık büyük bir eve taşınırsak daha sonra Kağan'a odasını kendi zevkine göre alabilirdik.
Bu arada benim o odada bir duvarı duvar kağıdı yapmak gibi bir fikrim vardı. Birkaç yerde duvar kağıdı baktıktan sonra koçtaşta bu duvar kağıdını görünce ikimiz de "İşte bu!" dedik aynı anda. Ve hummalı bir çalışma başladı evimizde. Polat ve Yücel bir haftasonlarını bize ayırarak minik yeğenlerinin odasını boyamakta Cihan'a yardım ettiler. Gerçekten çok yoruldular ve süper bir iş çıkardılar. Daha sonra duvar kağıdını babamız tek başına yaptı :)

Daha sonra mobilya turlarımız sırasında ikeada çift kapılı bir dolap gördük. Fiyatı çok uygundu ve çok hoşumuza gitti hemen kaptık getirdik eve :)
Bu dolapla birlikte mobilyalarımızı nereden alacağımızın akıbeti belli oldu tabi ki :) Cihan'a kalsa hemen herşeyi alıp bitirecekti gerçekten çok aceleciydi. onu zaptetmek gerçekten çok zor oldu. En sonunda o gün geldi, gidip ikeadan eşyalarımızı seçtik.
Beşiğimiz 60x120 cm boyutlarında, beyaz mobilya. 3 kademe olarak kullanılabiliyor. Birinci kademe bebeklik dönemi için. Bebek ayağa kalktığında düşmesin diye yatağı aşağı alabiliyorsunuz. Ayrıca bebek yürümeye başladığında önündeki parmaklıklar çıkıp beşikten karyolaya dönebiliyor. Benim için önemli olan köşelerin sivri olmaması, kullanılışlı olmaması ve tabi ki boyasının bebek sağlığına zararlı olmamasıydı. İkeaya boya konusunda güveniyorum. Bu şekilde 3 kademeli olması da beşiği kullanılışlı yapıyor. Yine ikeadan 3 çekmeceli etejer aldık. Ayrıca oradan birkaç nevresim ve bebek odalarının vazgeçilmezi cibinlik alarak alışverişimizi bitirdik. Beşiğimizin son hali böyleydi.


21 Ekim 2013 Pazartesi

39 haftalık kabusum :)

Gaziantep'ten döndüğümüz hafta bir sabah öğürerek uyandım. Artık hiçbir şey harika değildi. O günden sonra 5 ay boyunca her sabah öğürerek uyandım, çoğu sabah da kustum. O sabahlardan sonra işe gitmek kabus gibiydi. Bu yüzden 9 ay boyunca makyaj yapmadım çünkü zaten evden çıkmadan hepsi akıyordu :) Ama inatla hiç ilaç kullanmadım. Sık sık midemi bulandırmayan şeyler yemeye çalıştım. bu dönemde protein konusunda sıkıntı yaşıyordum. Eti sadece hamburgerin içinde yiyebiliyordum. Gözleme, tost, peynir ekmek, çubuk kraker temel besin kaynaklarımı oluşturuyordu. Haftada en az bir gün balık yemeye dikkat ediyordum
Hamilelik döneminin bu kadar kabus gibi geçmesinin en büyük sebebi benim aslında. İlk defa itiraf ediyorum ama hamile olmak benim utanç kaynağım gibiydi. Bir doktor olarak istemeden nasıl hamile kalabilirdim ki? Kağan içimde hareket edene kadar bunun nasıl bir mucize olduğunu anlayamadım. 39 hafta boyunca karnımdaki bebekle hiç konuşmadım. Ama eminim onu çok sevdiğimin farkındaydı :)
Daha sonra bulantı dışında başka sorunlar da ortaya çıkmaya başladı. Hergün giydiğim ayakkabı yavaş yavaş dar gelmeye başladı. Bir baktım dolabımdaki çizmeler de olmuyor. Ve panikle teker teker ayakkabılarımı denemeye başladım. Bu bir kabus olmalıydı ayağıma olan tek ayakkabım cat marka botlarımdı (yarım kiloluk cinslerden). Çaresizce bütün kış onları giydim. Ama kabus hala bitmemişti. Ayak baş parmak tırnağım batmaya başladı. Hepsi o ödem yüzünden!
4. ayımda artık kardeşimden aldığım geniş kot pantolonlar da dar gelmeye başlamıştı. Bir gün Cihan ve Eda ile hamilelik giysisi almaya çıktık. Bütün ankamalli dolaşarak tek hamilelik giysisi satan yerin LCW olduğunu farkettim. Ve büyük bir arayışa girdim. Ama zaten ayakkabılarımın hiçbiri olmadığı için fazla seçeneğim yoktu. 2 tane kot pantolon ve gömlek aldım o gün. Daha sonra keşfettiğim mağazalar da H&M ve Gebbe'den ibaretti. H&M yetmişti neyse ki :)
Cihan'la büyük bir heyecanla bebeğin hareket etmesini bekliyorduk. Ve 1 Ocak 2013 sabahına onun ilk hareketiyle uyandık. Cihan benimle aynı anda hissetmişti. O günden sonra bu hareketler benim en büyük mutluluğum oldu. Mikroskop başında otururken bile asla kendimi veremiyordum. Sürekli kımıldamaları takip etmeye çalışıyordum, aklım hep oradaydı. İş yerinde yorgunluktan bittiğim bir anda sandalyeye yığıldığımda veya sinirle odaya girip oturduğumda hareket etmeye başladığında bir anda tüm duygularım değişiyor, yüzüme büyük bir gülümseme yayılıyordu.
Yorgunluk demişken.. Hamilelik beni resmen bitirmişti. Canım kocamla haftasonları en büyük zevkimiz olan kafamıza göre dolaşmalarımız tamamen son bulmuştu. Hastaneye girdiğimde eve gidip kanepeye uzandığım anı hayal etmeye başlıyordum. Bu yüzden zavallı kocam tamamen eve hapsolmuştu. Bazı akşamlar evimize çok yakın olan cepada ya da kentparkta yemek yemek için bana yalvarması gerekiyordu. Cevap hep aynıydı: "Nolur beni eve götür." Neyse ki bulantılarım son bulduğunda yorgunluğum da geçmişti. Artık eve erken gidip yemek yapmayı hayal eder olmuştum :)
İlkbahar geldiğinde artık cat botlarımı giyemeyecek olmam sebebiyle ayakkabı alışverişine çıktık. Tüm kış ağır botlar giydiğimden hafif bir spor ayakkabı almak istiyordum. Adidasa gittik ve bir ayakkabı beğendim. "39,5 numarasını alabilir miyim?" dedim. "Neyse 40,5 olsun", "41??". Ve asla unutamayacağım o cevap "Hanımefendi bayan reyonumuzda 41 numaramız yok.". Şaka mıydı bu?? Erkek reyonundan mı giyinecektim?? Çaresiz erkek reyonundan unisex gibi görünen bir ayakkabı aldım (ayakkabılarımın bir kısmı hala olmuyor).
Hamileyken gördüğüm tüm rüyalarda bebeğim erkekti. Hormonlarımız gerçekten inanılmaz.. İlk başlarda rüyamda sürekli bebeği beslemeyi unuttuğumu, varlığını unuttuğumu, bir türlü anne olmak için yeterli olmadığımı görürken daha sonra bu rüyalar ben bebeğime mutlulukla bakarken, bebek bana kahkaha atarken, birlikte kırlarda koşarkenki görüntülerimizle dolmaya başladı. Sonra daha cinsiyetini bilmezken bir gün rüyamda doktorumun bana ultrason yaptığını, "Bak Betül erkek!" dediğini gördüm. Artık gerçekten hiçbir şüphem kalmamıştı. Bu olayı birebir olarak yaşadım. Ultrasonda doktorum "Bak Betül! dedi. Penisin glans parçasını Cihan bile tanımıştı :)
Bu arada sürekli kilo almaya devam ediyordum. Hamileliğimin son döneminde iş yerinde masadan mikroskoba uzanamıyordum. Tam olarak 23 kilo aldım. Hamileliğimin 24. haftasına geldiğimde gestasyonel diyabet tanısı aldım. Aslında polikistik over sendromumdan dolayı bu beklediğim birşeydi. Bu tanıdan sonra beslenmemi tamamen düzenledik. Bir süre kilo alışım durdu. Şekerli olan herşey yasaktı. Meyveler bile kısıtlıydı. Erkek bebek bekleyen bir anne adayı için emin olun bu gerçekten çok zor bir dönem :) Ama diyabetik anne bebeğinin başına gelebilecek herşeyi biliyordum ve bunu bebeğim için yapmak zorundaydım.
Hamileliğim boyunca kocamla çok tartıştığımız 2 konu vardı. Birincisi isim. İsim konusu açıldığında Cihan'ın ilk tercihi beni şok etmişti :
C: - Alparslan olsun.
B: -Rüzgar??
Cihan'dan gelen öneriler hep aynı çizgideydi: Oğuz, Alp, Alperen, Selçuk, Kağan
Benimkiler de öyle: Doruk, Kaya.
Hala uzlaşabilmiş olmamıza çok şaşırıyorum.
İkincisi çocuğun takımı. Cihan'ın en büyük hayali galatasaraylı erkek bir çocuk sahibi olmakmış. Bense fenerbahçeliyim. Aramızda kalsın ama bu konuda hala anlaşabiliğimizi sanmıyorum :)
(Hamileliğimin 20.haftası, Kağan'ın ilk görüntüsü... Hala aynen böyle uyuyor. Hık demiş annesinin burnundan düşmüş bebeğim:))

20 Ekim 2013 Pazar

Ben hamileyim...

Hamilelik haberini aldıktan sonra kesinleşmeden ailelerimize söylememe kararı aldık. 2 gün sonra beta HCG tekrarı yapılacaktı. Ayrıca zaten hafta sonu Gaziantep'e gidecektik.
Bebeğimiz hala ultrasonda görünmeyecek kadar minicikti. Ama beta HCGnin 2 katına çıkması hamile olduğumu gösteriyordu.
Bu arada iştahım inanılmaz açılmıştı. Sanki hayata yemek yemek için gelmiş gibiydim. Canım sürekli tatlı yemek istiyordu. Böylece katmer, baklava hayalleriyle otobüse binip Gaziantep'e gittik. Ben kendi ailemi de aramıştım "Sizi çok özledim lütfen hafta sonu gelin" dedim. Annem binbir nazla da olsa gelmeyi kabul etti (Şimdi öyle mi torununu görmek için ikiletmiyor bile).
Cumartesi günü yeni aldığımız arabayı teslim aldık. Biraz gezdik, Şakir babam kurban kesti, yemeğe gittik. Daha sonra akşam annemler geldi. Hepberaber salonda oturuyorduk. Ve ben konuşmaya başladım:
" Buralara kadar geldiğiniz için çok teşekkür ederiz" dedim annemlere dönüp. Sonra Dilek anneme dönüp "Bu kadar insanı eve davet ettiğiniz için çok teşekkür ederim"dedim. "Bugüne kadar bize çok emek verdiniz her hareketimizde destek oldunuz. Siz olmasaydınız bu kadar şeyi başaramazdık. Ama artık bizim daha fazla desteğe ihtiyacımız var çünkü bir bebeğimiz olacak" dedim. Galiba kıyamet koptu. Ananem o kısacık boyuyla Cihanların tüm salonunu 2 adımda geçip yanıma gelmişti bile. Ananeme sarıldım kafayı çevirdim annemle Dilek annem hüngür hüngür ağlıyordu. Merve "Nasıl yani hala mı olacağım ben?" diyerek tebrik etti bizi. Sevim ananeye sarıldım. Şakir babam koltuğundan kalkamamıştı. Hiçbirşey de söyleyememişti. Onlara da sarıldık sonra hep beraber yemeğe gittik. Tabi ağlamaklı seslerle aranan yakınlar, onların tebrikleri...
Ertesi gün uyandığımda annemler bebeğimin kreşe gideceği zamana kadar yapacaklarını planlamışlardı bile :) Ve annem tüm hamilelik dönemimi etkileycek o cümleyi kurdu: "2 haftaya kadar bulantıların başlayacak, sabahları yataktan tuvalete zor yetişeceksin ve 5 ay sürecek." Gülüp geçmiştim "Ben çok iyiyim annecim" demiştim. Ama bu kehanetin harfi harfine gerçekleşeceğini nereden bilebilirdim...

Serüven başlıyor: Hamile olamam!

"Bugün bir kabus gördüm, 1 aylık hamileydim. Çok fenaydı" diye asistan odasına girdiğim günden 1 hafta sonraydı. Her ay olduğu gibi reglim gecikmişti. Her ay yaptığımı gibi gebelik testi yapıp negatif olduğunu görüp ilaç başlamam gerekiyordu ama artık bu olaydan sıkıldığımı farkedip hormon testlerimin tekrar zamanı geldiğini düşündüm.
Polikistik over sendromu teşhisimin üzerinden 4 yıl geçmişti. Bu sendrom temelinde kilo artışı ve kıllanma olan bir hastalık. Aslında hormon bozukluğundan ibaret. Bana bu teşhis konduğunda normal insanlara kıyasla çocuk sahibi olma şansımın daha az olduğunu biliyordum. İlaç kullanarak hastalığın semptomlarını ortadan kaldırabiliyorsunuz fakat hastalık yakanızı bırakmıyor.
İşlerimi biraz azaltmak adına ve hasta yoğunluğunun da az olacağını düşünerek 16.00 civarı kadın doğum polikliniğine çıkıp durumu anlattım. Arkadaşlar sağolsunlar hemen tetkiklerimi istediler (tabi ki gebelik testi ve birkaç hormon daha). Cihan beni almaya geldiğinde "Bugün doktora gidecektin ne oldu?" diye sordu. "Yarın gebelik testi yaptıracağım, ah çok heyecanlıyım" diyerek dalgamı da geçtim, gülüştük.
Bu arada söylemem gerekir ki Cihan ile aramızda bebek konusunda düşünce ayrılığı vardı. Ben daha çok çok erken olduğunu düşünüyordum ve çok da katıydım. Cihan oldukça sıcak bakıyordu. Benim katı olmam da aramızda şaka konusuydu son zamanlarda. Sürekli çocukla ilgili hayaller kurup beni kızdırmaktan oldukça zevk alıyordu. Nedense sürekli olarak bebekten konuşuyorduk anlayacağınız :)
Ertesi sabah kan vermeye gittim. Öğleden sonra bilgisayar başındayken kan verdiğim aklıma geldi ve sistemden açtım. Dondum. Kapattım. Tekrar açtım. Dondum. Elim ayağım titriyordu. Aklıma gelen ilk düşünce hastanenin sisteminde bir yanlışlık olduğuydu (komediye bakar mısınız). Fırlayıp kadın doğuma çıktım. "Nolur ultrasonda bakalım biliyorum çok erken ama kesenin olmadığını görelim bi yanlışlık olduğunu anlayalım rahatlayalım" dedim. Tabi odadaki arkadaşlar koptular :) Bir dakika oturun bir anlatın ne oldu dediler. Anlattım. İmkansız dedim nasıl olur ben hamile olamam! "Hem ben daha çömezim, daha çok erken. Olmaz doğuramam. Hem zaten kesin yanlış bu sonuç". "Tamam doktor hanım bi sakin olun. Daha çok erken bunları düşünürsünüz, hem baksak da keseyi göremeyiz biliyorsunuz. Yalnız şimdi size folik asit başlayalım" dedi doktor arkadaş. Ben yerimden fırladım "Ne folik asiti!!! Bakın anlamıyosunuz ben hamile olamam, olmamalıyım." Daha sonra beni bir önceki gün gören arkadaş girdi içeri. "Aaa dünkü doktor hanım... Aaa hamile misiniz tebrik ederim" dedi ve durumu anladı. Oturduk konuştuk. Önce beni sakinleştirdi (bunun için hamileliğin dünyanın sonu olmadığını söylemesi gerekti), sonra asistanlıkta çocuk sahibi olmanın mümkün olduğunu örneklerle anlattı, sağolsun çok yardımcı oldu. Odadan çıktığımda hala hamile olduğumu kabullenmemiştim ama sakinleşmiştim. Kafam çalışmaya başladı. "Şimdi benim beta hcg hormonum yüksek, belki hamile değilimdir, başka bir hastalıktır.. Tabi yaa beta hcgyi yükselten kanserler vardıııı". Allah'ım bu olasılık bile mümkün gözükmüştü o an gözüme ...
Mesai nasıl bitti bir bana sorun. O arada kardeşime ve Gülşah'a söylemiştim. Hemen Cihan'ı aradım. "Ben yanına geliyorum sakın eve gitme. Bir yemek yiyelim" dedim. Cihan'la karşılaştık ilk sözü "Eee hamilelik testi ne oldu??" oldu. Ben ağlamaklı "Pozitif çıktı" dedim. Cihan duvara toslamış gibi oldu. İlk tepkisi "Şaka yapıyorsun!"du. 1 saat boyunca inanmadı. Yemeğe gittik ve ben şu gebelik testlerinden yaptım hastanenin labratuarındaki yanlışlık ihtimaline karşı :) sonuç tabi ki pozitif. Bu arada Cihan, pozitif çıktı dediğimden beri yüzünde beliren garip gülümsemeyle bana bakıyordu. "Hahahaa, şaka yaptım" dememi bekliyordu aslında ama bu haberin gerçek olmasını da çok istiyordu. Ve eve geldik. Hala ne yapacağımıza karar verememiştik. Ben bir türlü kabullenemiyordum ama o gülümseme garip bir şekilde bana da yayılmıştı. Konuştuk, göz göze geldik ve kararımızı verdik. "Hadi Eda'ya söyleyelim".
"Sana bişey söyleyeceğiz ama bize kızma" Eda suratımızdaki gülümsemeye bakıp ne söyleyeceğimizi anında anladı :) "Nasıl yani ben hala olmaya hazır değilim!" diyen ruh hali yarım saat sonra "Dokunmayın yeğenime ben bakarım ona canııımm"a dönmüştü bile...

19 Ekim 2013 Cumartesi

Ben de blogcu oldum!

Minik bebeğim Kağan 20 mayis 2013 tarihinde doğdu.
Çömez bir patoloji asistanı olan ben, hergün yoğun çalışıp haftanın belli günlerinde de geceleri mikroskop başında cam bakarken, beni bekleyen belirsiz bir "mecburi hizmet" süreci varken, eşim Cihan henüz askerliğini yapmamışken... Kısacası hiç hazır olmadığımız bir dönemde geldi hamilelik haberi.
Çok zor gecen 39 hafta, sonrasında elektif sezeryan ve hayatımda hiç yaşamadığım, hamileyken bile hiç hayal etmediğim, içime ılık ılık akan, her geçen gün çığ gibi büyüyen annelik duygusu.
Aslında blog yazmak hamilelik döneminde aklıma gelmişti. Fakat söylediğim gibi çok zor geçtiği için çok sıkıcı bir blog olacaktı. "Bugün yine midem bulanıyor", "Artık kusmaktan bıktım", "Bu nasıl bir eziyet", "Aynaya bakmadan gecen bir gün daha" yazacak pek birşey yoktu yani :) Ama Kağan öyle mi... Her gecen gün onun büyümesini, yeni birşeyler keşfetmesini izlemek artık hayatımın en büyük mutluluğu... Sonra canim arkadaşım Fatma'nın hamilelik haberini aldık. Bize o güzel haberi verdikten sonra blog yazdığını söyledi. O gün heyecanla girip tüm yazdıklarını bir solukta okudum. Çok etkilendim. Hamilelik döneminde yaşadıklarını hiç unutmayacaktı hem de düşünsenize minik meleği için çok güzel bir hatıraydı. Benimse Kağan'a "Senin hamileliğinde şunları yaşadım" diye sıkıcı hikayeler anlatacağımı o an anladım. Ama hala kendi blogumun olması olayına sıcak baktığım pek söylenemezdi. Fakat bu gece o blogu okurken ağladığımı farkettiğimde insanların birbirlerinin duygularına ne kadar kolay dokunabildiklerini anladım. Hem yazsam ne olacaktı ki, evet sayısalcı olduğumdan edebiyatım iyi değil ama belki arkadaşlarım deneyimlerimden yararlanırlar dedim ve ben de blogcu oldum!